Indie Pop
İrislerindeki benekler oldukça göze çarpıyordu. Bir peri kızının ona tutulduğunu, gözlerinin her gördüğünü delicesine kıskandığını, sonunda anlık hırsının kurbanı olup bir peri kraliçenin eteklerinden çalıverdiği altın tozunu iri, mavi gözlere serpiştirdiğini hayal ettim. Korkutucuydu, korkutucu olan sadece bir çift göze bakarak böyle bir şey kurmuş olmam gerçeği değil, perisi güzellikle kinin aynı masalda olmasıydı. Bu sırada bir sivrisinek, bunaltıcı odada sadece o varmış gibi yüzünün etrafında dolanmaya devam etti. Birkaç kez ellerini gelişigüzel salladıysa da nafileydi. Sinek sakalsız, beyaz yanaklardan kıvırcık koyu saçlarının arasına giriyor, boynunda kanını emebilecek uygun bir nokta arıyordu. Bir kez daha, bu kez ağzından çıkan inilti ile belli ki sinirli bir şekilde elini havada savurdu. Sinek bu sefer peri kızının mirası, gözlere ilerledi. Güzel peri kızı yaptığı kötülükle mi kalmıştı yoksa?
Yaptığı hatanın farkına varıp altın tozunun bir kısmını sevdiğine bırakıp gitmiş olmalıydı. O halde periler aşık olduklarında tehlikeli oluyorlardı. Bunu kafamın bir köşesine kazıdım, olur ya, bir gün öfkeli bir periyle karşılaşırdım. İncelediği dosyalardan başını kaldırdığında “Ne tür müziklerden hoşlanırsınız Yıldız Hanım?” diye sordu. Tuzak bir soru muydu bu? Bir sorguda sormak için absürt bir soru olarak değerlendirilebilirdi. Belli ki dinlediği müziklerden psikolojisini irdeleyecekti? “Güzel şeyler anlatanları dinlerim.” “Sözleri mi önemlidir yani?” “Sözlerin var olmasına gerek yok, müziğin kendisi güzel şeyler anlatsın da.” Tepkisini ölçmek üzere birkaç saniye bekledim. Kaşları çatık bir şekilde olmayan sakalını sıvazladı. “Bu kadar mı soracaklarınız, şüpheli olsam da yerine getirmem gereken sorumluluklar var.” Yalan söylüyordum, elbette epeyce zamandır değiştirmediğim kapı kilidi biraz daha bekleyebilirdi. Dudakları kıvrıldı. Rutin bir iş haline getirdiğim yapmacık gülümsememin bir kopyasını gördüğümde adamın iyiden iyiye bezdiğini anladım. “Elbette, arkadaşlar size birkaç belge imzalatacak sonra gitmekte özgürsünüz, çağrıldığınızda dönmek koşuluyla.” Bunun özgürlük kavramını ne kadar yansıtabildiğini düşündüm. Bir karakoldayken bu kavramı sorgulamam ironikti. Yalnızca duvarlar ya da yasaklar mıydı bizi zincirleyen? Yoksa özgürlüğe bir anlam yüklememiz ve bu anlamın dışına çıkamamamız zaten özgürlüğe ters değil miydi?
Yarım saat sonra karakoldan çıkmış, şimdi insan kafilesinin ortasına kendini bırakmış beni sürüklemelerine izin veriyordum. Hava açık ve berraktı. Dün de öyleydi. Dün birisi ölmüştü. İlla ki dün de, bugün de ölmüştü birileri. Ama bu ölümü farklı yapan benim cesedi bir zamanlar tanımamdı.. İşin garibi bir cinayetti bu. Polisiye dizilerden başka yerde duymadığım bu eylemi gerçekleştirmekle suçlanıyordum. Halbuki onun ismini yıllar sonra ancak dün karakoldan beni aradıklarında duymuştum, yanı başında şimdi benim suçlu bulunmama neden olan, ona yazdığım notu bulduklarını da o zaman öğrenmiştim. Saçmalıktı doğrusu! Hangi katil 15 yıl önce kurbanına verdiği, geçmiş olsun dileklerini ileten notu saklayıp işini tamamlayınca nostalji yaparcasına yanına bırakırdı? Tüm bunlar kötü yazılmış, aktörlerinin gözleri bağlanmış bir biçimde oynadığı, trajikomik bir tiyatro oyunu gibi geliyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder