Gözlerimi ilk açtığımda sabah olmasına rağmen havanın karanlık olduğunu farkettim. Lakin mevsim kış mevsimi olduğu için havanın bu saatte karanlık olduğunu anladığımda birazcık daha uyuma fikrini tamamen aklımdan çıkarttım. Kafam o kadar sersemleşmişti ki bazen yaşadığımı hissetmekte zorlanıyordum. Bunun üstüne bir nebze de olsa ayılmak amacıyla hafif kavrulmuş yöresel Kolombiya kahvemi demleyip kitap okumaya karar verdim. Su ısıtıcısının düğmesine bastım ve pencereden dışarıyı izlemeye başladım, beyaz renkteki sokak lambaları halen yanıyordu. Bu ışık salonumdan o kadar fazla sızıyordu ki içeri, geceleri bazen sanki gündüzmüş hissi uyandrıyordu zihnimde, zaten şu an öyleydi de. Kahve presini öğütülmüş kahve ile doldururken birden gözüme Margaret’ın beraber çekindiğimiz ve çerçeveletip duvara astığımdan habersiz olduğu fotoğrafı ilişti. Oldukça özgüvensiz, içe dönük olduğum ve beni sapık sanacağı endişesiyle yaklaşık altı aydır kendisine ona karşı olan sıradışı hislerimi sıradışı bir şekilde ifade etmekten kaçınıyordum.Üstelik hayatında başka birini barındırması herşey yolunda gitmiş olsa bile buna engel olurdu. Hayattan oldukça memnuniyetsiz, hayatında bir sorun olmasa bile hayatın kendisinin sıradanlığında kapana kısıldığını düşünen bir insandı. Sorunlarını özel olarak benimle paylaşmaktansa hayatın kendisiyle ilgili sürekli genel memnuniyetsizliğini dile getirirdi. Sorunlarının yarattığı zihinsel yorgunluk, olayları tek tek anlatmasına engel oluyor diye düşünüyordum. Şu cümlesini asla unutamıyordum: “Sanki biz önceden bir ömür geçirmişiz de yaptığımız yanlışların cezasını burada çekiyoruz; belki de cehennem tasvir edildiğinden çok farklı ve biz aslında onun tam içinde olduğumuzu farkında değiliz, ve de  insanoğluna yakışmayan bir sıradanlığın hakim olduğu dünyada kendi kendimize yetmeye çalışırken duygu dediğimiz olgunun kutsallaşmasına izin veremiyoruz.” Kahvemi içerken bu cümleyi zihnimde kelimesi kelimesine tekrar etmiştim. Sıradanlığa savaş açan bu kadının fotoğrafına baktığımda ruhunun bu sıradanlıkta hapsolmuş, her ne kadar karşı koysa da bitap düşmüş olduğunu anımsadım. Hayattaki gayem ise elbet bir gün onun ruhunu bu sıradanlık zindanından kurtarıp, onun ve kendim için olan kusursuz dünyayı dış dünyadan muhafaza edip hayatlarımızı ve birbirimize olan bağlılığımızı kutsallaştırmaktı. Benim ona karşı olan hislerim sayesinde ruhum sıradanlıktan kurtulmuştu, onunkini kurtarma görevi de bana düşüyordu.

    Birden kapı çaldı, beni derin düşüncelerimden alıkoydu. Sabahın bu saatinde kimin geldiğini gerçekten çok merak etmiştim. Hem sabah bile olmasa, beni kim görmeye gelirdi ki? Dışardan oldukça süslü ama içerden acınası ve sıradan görünmek gibi bir niyetim yoktu ve insanların genelinin amacı bu olduğu için dışlanıyordum, tabii bundan asla şikayetçi değildim. Kapıya yürüdüm, delikten baktığımda deri ceketli karnaval maskeli bir kadın gördüm ve şiddetli hıçkırıkları yüreğimi burkmuştu. Bu Margaret idi. Lakin onu hıçkırıklarından değil, kısa kızıl saçlarından tanımıştım. Burkulan yüreğimin şimdi tamamen parçalandığını sanki fiziksel olarak bile hissediyordum. Kapıyı açtığımda içeri gelmeye tenezzül etmemişti, kendisini bağrıma basmama ihtiyacı olduğunu tek bakışta anladım. Zihinsel olarak cehennemi yaşadığını biliyordum fakat bu sefer fiziksel olarak da cehennemi yaşadığını ilk defa gördüm. İçeri adımını attı, ben maskesini çıkarmasını beklerken neden onu taktığı kafamda büyük bir soru işareti yaratmıştı. Ve maskesini çıkardığında korkudan geriye doğru düştüm. Yüzü kezzaptan ağır bir hasar görmüş, tanınmayacak hale gelmişti. Hıçkırıkları bir anlığına kesildi ve bana sadece şu cümleyi söyledi: “Burası kesinlikle cehennem.”

Yorumlar

Popüler Yayınlar