Fundamenta

Birkaç saat sonra olacakları biliyormuş gibi ağlıyordu sanki gökyüzü. Yağan yağmur taneleri, tek dolu gecekondunun olduğu sokağı döverken herkes bir yerlere saklanıyordu. Yağmur damlalarının vurduğu yerlerden biri de, su sızdıran çatısı olan minik gecekonduydu. Her yeri parçalanmış ahşap ev, içeri sığınan iki miniği korumaya yetmiyordu.

Mara, yanındaki küçük kız kardeşine baktı. Üzerine damlayan yağmura karşı damlalardan kaçınmaya çalışarak oturuyordu. Çok şey atlatmışlardı birlikte, bir yağmurdan bir şey olmazdı ya. 

Aileleri iki yıl önce gözlerinin önünde son nefeslerini vermişlerdi. Öldürülmüşlerdi. Mara’dan sadece bir yaş büyük olan erkek kardeşleri o gün ortadan kaybolmuştu. Şu acımasız dünyada birbirlerinden başka kimseleri kalmamıştı. Ama iki kız da inatçıydı, her koşulda direniyorlardı. Bu yaşadıkları hayata rağmen, direniyorlardı.

“Saat geç oldu, Tara. Hadi uyu artık.” dedi dizlerini kendine çekmiş önündeki resmi boyayan kardeşine. Açık kahve saçları, kesmeye zaman bulamadıkları için çok uzamıştı ve kirli zemine değiyordu. Tara kafasını kaldırıp ona baktı. Mavi gözleri korkuyla buğulanmıştı.

Başını iki yana salladı. “I-ıh. Ben korkuyorum. Uyuduğumda kabuslar hemen aklıma geliyorlar!” dedi hala yerine oturmamış olan sesiyle.

“Biz babamızın ve annemizin kızıyız, unuttun mu?” dedi Mara ona şefkatle bakarak. “Biz hiçbir şeyden korkmayız. Ayrıca ben yanında olduğum sürece kimse sana zarar veremez.”

Minik kız dudaklarını büzüp ablasının boynuna sarıldı. “Beni daima korursun, değil mi Mara?”

“Daima.” dedi buğulanan gözleriyle. Sonra hafifçe burnunu çekip geri çekildi.

“Hadi bakalım şimdi uyuyorsun.”

Ayakları gibi minik adımlar atarak karşısındaki duvarın dibindeki battaniyeyi aldı. Kendilerini bu soğuk kış gününde sıcak tutan tek şey olan bu battaniye, henüz 7 yaşındaki Mara’nın boyundan  daha uzundu.

Zorlukla battaniyeyi kardeşiyle oturdukları yere getirip kendini yere bıraktı. Tara elindeki kırık ve oldukça kirlenmiş olan boya kalemiyle önündeki resmi boyuyordu. Resim mutlu bir aile resmiydi. Yazık ki, şu anda yaşadıkları yer buna hiç benzemiyordu.

“Çok güzel oluyor resmin.” dedi titreyen sesiyle. Kendisi çocuk gibi davranmayalı çok oluyordu. Beş yaşından beri hemen hemen kendi boyu kadar olan kardeşini doyurmuş, korumuş ve uyutmuştu. Ama kendisine bunu yapacak kimsesi yoktu, bu yüzden öğrenmişti önceliklerini belirlemeyi. Kardeşini ve kendisini hayatta tutmayı.

“Bitireyim Mara, lütfen. Bak, çok güzel olacak!” diyen kardeşine başını iki yana salladı Mara.

“Olmaz, uyuman lazım. Resmini sabah tamamlarsın, olur mu?” dedi bu resmin asla tamamlanamayacağını bilmeyerek. 

Küçük kız dudaklarını büzerek onayladı ve ablasının dizine yattı. Yarın bitireceği resminin hayallerine tutunarak, kabuslarındaki canavarları uzak tutmaya çalışırken uyuyakaldı kız. Mara ise yan tarafta duran battaniyeyi kardeşinin üzerine örterek, zar zor kendi açıkta kalan karnını da kapattı ve cebinde duran çakıyı çıkarıp titreyen eliyle sıkı sıkı tuttu. Uyurken bile tetikte olmalıydı, kendini korumayı es geçerek, onu daima koruyacağına dair söz verdiği bir kardeşi vardı ne de olsa.

Hemen yan bölgedeki evlerin birinde ise 18 yaşındaki genç kız ve genç çocuk uyumak üzerelerdi. Genç çocuğun sevdiği kızın saçlarını okşarken hissettiği huzur içini sızlatmıştı. Aklına sürekli bu sabah geliyordu. Annesi geliyordu.

James içini çektiğinde, göğsünde yatan genç kız kafasını kaldırıp ona baktı. Gözlerinin içine bakarak elini yanağına çıkardı ve hafifçe okşadı.

“Artık düşünme bunları.” dediğinde James başını kızın başına eğip, yüzünü gizledi. Gözlerinden birkaç damla yaş akmıştı kızın sarı saçlarına.

Lucy dudağını dişleyerek ne yapacağını düşündü. Sevdiği adamı böyle görmek istemiyordu. James’in başını tutarak dizine yatırdı ve kahverengi saçlarıyla oynamaya başladı. James’den gelen hıçkırık sesini duyduğunda gözünden dökülen yaşı engelleyemedi. 

James bir süre sevdiği kızın dizinde hıçkırarak ağladı. Sonra yüzünü yukarı çevirdi. Bakışlarının odağı ela gözler olduğunda içine bir nefes çekti. Lucy “Daha fazla ağlamanı istemiyorum, tamam mı?” dedi boğuk sesiyle. James yüzünde oluşan soluk bir tebessümle başını salladı. Annesi onun böyle kendini harap etmesini istemezdi.

Bir süre sonra “Şimdi ne olacak?” diye sordu çocuk umutsuzca. Lucy’nin bakışları bir süre karşısındaki duvarda takılı kaldı. Sonra mırıldandı. “Belki de annenin dediğini yapmalı, Blatta’ya gitmeliyiz. Yeni bir yaşama başlamalıyız, daha güvenli bir yerde?” 

James dikkatle onun gözlerine baktı. “Belki de...”

“Neyse.” dedi sonra. “Şu an bir yere gitmediğimize göre önümüzde olan gerçeğe bakalım. O da şu ki, eğer ben biraz daha burada kalırsam Wade’e yakalanma ihtimalimiz çok yüksek.”

Lucy hafifçe güldü. Abisi o kadar sert biri sayılmazdı. Hatta James’i severdi. Ama konu kız kardeşi olduğunda biraz, sadece biraz, fazla korumacı olabiliyordu. James ayağa kalkıp sevdiği kızın alnından öptü. “Sabah seni almaya kapıya gelirim.” dedi.

Ama o an ikisi de bunun mümkün olmayacağını bilmiyordu.

Aradan geçen iki saat her şeyi allak bullak etmişti. Kurmaya çalıştıkları düzeni, kurdukları planları yerle bir etti.

Tanrılar yok oldu.

Yorumlar

Popüler Yayınlar