PAPATYALAR

 Yaşlı adam gözlerini yeni bir güne açmıştı yatağında. Tıraş olmayı ertelediği için uzayan saçları yastığına dağılmıştı. Perdesi yarı açık olan camdan gelen güneş ışığı rahatsız etmiyordu onu. Senelerdir erken kalkmanın getirdiği dinçlik vardı üzerine. 

Yavaşça doğruldu yattığı yerden. Önce esnedi sonra da baş ucunda duran sürahiden bardağa su doldurup içti. Yatakta oyalanmayı sevmezdi, hele bugün asla. Terliklerini giyinip banyoya girdi ve elini yüzünü yıkadı. Her gün yaptığı gibi kahverengi pantolonunu, yeşil kahve kareli süveterini ve krem rengi gömleğini çıkardı dolaptan sonra. Daha boğazı kurumadan hazırlanmıştı bile. Aynanın karşısında saçlarını taradı ve bugün berbere gitmeyi kafasına koydu. İlk hedefi mutfak olmuştu. Zaten dolapta hazır olan kahvaltılıklarını çıkardı ve ocağa çaydanlığı koydu. İki bardak çay ile kahvaltısına eşlik ederken bir gözü kapıdaydı. Ama kahvaltı boyunca çalmadı o kapı. 

Sofrayı topladı ve salondan geçerek balkona çıktı. Çok geniş olmayan ama iki sandalye ile bir masanın rahatlıkla sığabileceği bir balkonu vardı. Çiçeklerle süslenmişti balkonu ama sadece papatya. Yaşlı adam hep papatya alırdı sanki başka çiçek bilmezmiş gibi. Biri solunca gider hemen yenisini alırdı. Balkonun köşesinde duran çiçek sulama kabını aldı ve doldurmak için mutfağa döndü. Tek seferinde yetiyordu hepsine. Tekrar balkona çıktığında eski sessizlik yoktu. Muhtemelen tatilin verdiği özgürlükte oyun oynamak için dışarı çıkan çocuklardan geliyordu neşeli kahkahalar. Teker teker sulamaya başladı her saksıyı. Her yerine su gelmiş mi diye kontrol etmeyi de ihmal etmemişti. Sulama işini bitirince yüzünü buruşturarak doğruldu. Yaşlılıkla birlikte gelen hastalıklardı bunlar. Biraz belini ovuşturup sandalyelerden birine oturdu. Sokakta oynayan çocukları izlemeye başladı. Ne güzel, dedi içinden. Biz de böyleydik ama yaşlandık nihayetinde. Çocukları sevmeyen bir ihtiyar değildi. Aksine çok severdi çocukları. Onun için çocuklar dünyanın tek mucizesiydi çünkü çocukluk masumdu. Büyüdükçe kirleniyordu insan. 

Balkonda daha çok oturmak isterdi ama berbere gitmeyi daha fazla erteleyemeyeceğine karar verdi. Yeterince temiz hava aldığından emin olunca saat daha öğlene gelmeden üzerine paltosunu geçirip kahverengi kordonlu saatini taktı koluna ve çıktı evden. Şubat ayı o kadar soğuk geçmemişti bu yıl ama yaşlılık işte. İnsan üşüyordu. Gelip geçen herkes selam veriyordu yaşlı adama. Buranın en eski sakinlerindendi. Birkaç sokak daha geçtikten sonra berbere vardı. Kapıyı itti ve zilin sesinin kulaklarında uğuldamasını dinledi. Berber yaşlı adamı fark edince hemen ayağa kalktı. Her zaman aynı şey için gelirdi zaten. Yaşlı adam paltosunu çıkarıp çırağa verdi ve boş koltuklardan birine oturdu. 

“Her zamanki gibi mi?” diye sordu berber.

“Bu sefer daha özenli olsun. Buluşmam var.” Dedi yaşlı adam. Gözleri öyle heyecanla parlamıştı ki bu cümleyi söylerken berberin aynadaki buruk gülümsemesini bile görmemişti o gözler. 

Berber kafasını sallayıp çırağına seslendi. Yaşlı adam arkasında konuşulanlara kulak veremiyordu zira bugün çok önemli bir buluşması vardı. Berber önlüğü serip yaşlı adamın saçını kesmeye başladı. Bir yandan da konuşmaya özen gösteriyordu.

“Bu sefer nerede buluşacaksınız?”

“Aynı yerde, sahilde.” 

“Neden hep sahilde buluşuyorsunuz ki? Şöyle güzel bir çay bahçesinde karşılıklı iki çay içmenin yerini tutar mı?” dedi berber şakayla karışık. Ama yaşlı adamın gözleri boşluğa düştü bir an.

“Orada papatyalar var çünkü.” Dedi kısık çıkan sesiyle. Berber duymamıştı bile. Yarım saatin ardından berberde işi bitmişti yaşlı adamın. Ücretini ödedi ve çırağın da cebine üç beş kuruş sıkıştırdı. Berberden çıkınca sahile gitmek için sağa dönmüştü ki elini boynuna atmasıyla kravat takmayı ve çok önemli bir şey almayı unuttuğunu anladı. 

Kolunu kaldırıp saatine baktı. Ezanın okunmasına daha bir saat vardı. Gecikmeyeceğini düşünerek rotasını değiştirip evine yöneldi. Çocuklar hala sokakta oynuyordu. Yaşlı adam onlara çarpmamaya özen göstererek apartmanının kapısına geldi. Aceleyle anahtarı çıkarıp kapıyı açtı ve birinci kattaki evine girmek için merdivenleri çıktı. Kravatı vestiyerde duruyordu. Ayakkabılarını çıkarıp hemen taktı kravatını. İşi bitince son kez süzdü kendini aynada. Bugün çok şanslı hissediyordu kendini. Bugün olacaktı.

Kaybettiği zaman gelince aklına telefonluğun yanında duran poşeti aldı ve hemen çıktı evden. Geldiği yolu geri gitmeye başladı. Tekrar berberin önünden geçerken selamlaştılar. Köşe kahvesindekilerle, bakkaldan çıkanlarla, manava gidenlerle selamlaştı yaşlı adam. Ne çok seviliyordu değil mi? Sahil gözükmeye başlamıştı. Tekrar kolunu kaldırdı ve saatine baktı. Tam zamanında yetişecek gibi duruyordu. 

Yoluna devam etti ama esen rüzgâr biraz irkilmesine sebep olmuştu. Elindeki poşeti platosunun cebine sıkıştırıp ellerini de ceplerine koyarak ilerledi. Yarım saatten az bir sürede varmıştı sahil yoluna. Şimdi son iş ışıkları beklemek ve karşıya geçmekti. Heyecanlanmıştı yaşlı adam. Her ay bugünü bekler ve özenirdi. Kaldırım kalabalıklaşmıştı. Annesinin elini sıkı sıkı tutan bir kız çocuğu, tuttuğu dosyaları düşürmemek için büyük bir çaba sarf eden genç, sırtında taşıdığı kendinden büyük çellosuyla bekleyen kız…

Herkes karşıya geçmeyi bekliyordu. Belki bir yere gitmek için belki de oturmak için. Ama yaşlı adam varabilmek için geçiyordu karşıya. Sanki tüm varlığıyla bunun için oradaymış gibi. 

Nihayet ışık yandı. Acelesi olanlar hızla karşıya geçmeye başlarken yaşlı adam derin bir nefes aldı ve adım attı. Bacaklarının titremeye başladığını hissediyordu. Demek ki, dedi, demek ki aşk böyle bir şeymiş. Her şeye rağmen karşıya geçti yaşlı adam. Artık deniz birkaç adım uzağındaydı. Kafasını sola çevirdi ve bir bank gördü. Yüzündeki gizleyemediği gülümsemeyle ilerledi banka. Bomboştu ama oturdu yaşlı adam. Cebindeki poşeti çıkarıp kucağına koydu ve denizi izleyerek beklemeye başladı

Sokak lambasından kendi gölgesini görene kadar bekledi. Artık gülümsemiyordu. İçindeki burukluk sarmıştı her yanını. Onu titreten şey soğuk hava değildi. Onu titreten şey hayal kırıklığıydı. Ona yaşlılığını hissettiren şey hayal kırıklığıydı. 

Gözleri doldu yaşlı adamın. Kızdı kendine. Kaçırdığı için kızdı kendine gerçek sebebini bilmeden. Kucağındaki poşeti açtı titreyen elleriyle. Kurumuş ve parçalanmış papatyalara baktı. Bir ay önce koparıp biriktirdiği papatyalara baktı. Sevgilisi çok severdi papatyayı. Her buluşmalarında bir buket alırdı ona ta ki son buluşmalarına kadar. Onun yüzünü son kez gördüğü güne kadar. 

Anılar yavaş yavaş hatırlanmaya başlandıkça göz yaşları yüzünü terk edip önündeki kurumuş papatyalara ulaştı. 

“Papatyalar kokana kadar bekle demiştin. Koktular, çok güzel koktular ama sen gelmedin.” 

Ağzından dökülen kelimeler tükenmişliği gösteriyordu. Tam kırk yıldır bunu yapıyordu. Her ay aldığı ve olgunlaşan papatyaları koparıyor ve kokmasını bekliyordu. Kokmaya başlayınca da sevgilisiyle hep buluştuğu yere, sahil kenarına, gelip onu bekliyordu. Her buluşmada taktığı kravat; giydiği pantolon, gömlek ve süveter bile aynıydı. O gün giydiği her şey aynıydı. Eğer gelirse onu tanısın diye hiç değiştirmemişti. Söz vermişti çünkü sevdiği, papatyalar kokana kadar, demişti. 

Papatyalar on yıl daha koktu ama kimse gelmedi.

“İlk aşk, son aşk oldu.”


- Funny Bunny -





Yorumlar

Popüler Yayınlar