RENKLERİN DİLİ

    Okulun ilk günüydü. Sınıfımın ihtiyaçlarını karşılamak için gittiğim kırtasiyede boya kalemlerine hayranlıkla bakan bir kız çocuğunu görünce bana geçen sene sınıfımda olan Suriyeli bir kız çocuğunu anımsattı. Bu kız çocuğunun adı Meryem’di. Meryem; uzun boylu, kısa saçlı, esmer ve savaşın tüm izlerini taşıyan iri kömür karası gözleriyle hayata merakla bakan bir kızdı. Yaşıtlarına göre daha olgun, içine kapanık bir çocuktu. Yaşamın onu yaşıtlarından daha çabuk olgunlaştırdığını kanıtlayan garip bir suskunluğu vardı. Resim yapmayı çok seven birisiydi. Fakat onun içine kapanık olmasına sebep olan şey savaşta aldığı fiziksel ve psikolojik darbeler, Türkiye’ye kadar olan tüm o ölüm ve yaşam arasındaki uzun ve yorucu olan yolun bitip bitmemesindeki güvensizlikti. Okula geç başlamıştı. Bu yüzden sınıfa uyum sağlaması zaman aldı. Arkadaşları yoktu. Hem Türk hem de Suriyeli arkadaşları tarafından suskunluğundan mütevellit sürekli dışlanırdı. Yaşıtları onu adıyla çağırmaz; suskunluğundan ve saçını örgü yapmasından dolayı ‘Belikli kız’ diyorlardı. Suriyeli olduğu için ve suskun olduğu için yaşıtları oyunlarına almak istemiyorlardı.  Dışlanmasının bir diğer sebebi ise diğer arkadaşlarına oranla daha zeki olmasıydı. İçine kapanık olmasına rağmen derslerde söz alır, parmak kaldırırdı.  Geç gelmesine rağmen diğerlerinden daha önce okuma yazmaya geçmişti. Boya kalemleri bile olmadan sadece kurşun kalemiyle yaptığı o çizimlerden ve sorularıma verdiği cevaplar neticesinde diğer öğrencilerden farklı olduğunu bana hissettirmişti.

 Bir gün herkes ortaklaşa kullansın diye aldığım boya kalemlerini kullanıp ilk defa çizdiği o hayalindeki kırda olan bir okul, el ele tutuşan çocuklar ve özgürlük renginin ağırlıkta olduğu bir resim yaptığında onun mutluluğu görülmeye değerdi. Bana gelip, sonradan Türkçe öğrenmesine rağmen okuldan sonra mülteciler için verilen Türkçe derslerine eksiksiz katıldığından akıcı olarak konuştuğu Türkçesiyle, gözleri dolarak  ‘Öğretmenim, renkli kalemler için teşekkür ederim. Kalemler de en az sizin kadar çok güzeller. Renkli kalemlerle en son savaştan önce, okulumun bombalanmasından bir gün önce resim yapmıştım.’ demesi benim gözyaşı nehirlerinde yüzmeme sebebiyet vermişti. Eve gittiğimde Meryem ile yaşıt olan kızımın beni kapıda karşılayıp yaptığı resmi gösterdiğinde onun ne kadar şanslı olduğunu fark ettim. Kızım da Meryem’in çizdiği okula benzer bir okul çizmişti. Kızımın odasına gittiğimde yüzündeki gülümsemeyi izleyip tüm çocuklar için resmin bir nevi tedavi etkisi yarattığını ve sanatın ırk, mezhep, cinsiyet  ayrımı olmadan her çocuğu mutlu ettiğini fark ettim. Sadece bazı çocuklar, diğer çocuklardan daha şanslıydı o kadar... 

   Meryem’i okula babası getirip, götürürdü. Yine bir gün babasıyla karşılaştığımda, zamanı varsa konuşmak istediğimi  söyledim. Saatime baktığımda ders zilinin çalmasına daha zaman olduğunu fark ettim. Meryem’in babası fazla Türkçe bilmiyordu bu sebeple okulun hademesi olan Havva Hanım Meryem’in babasına tercümanlık yapacaktı. Babasına Meryem’in ne kadar zeki ve çalışkan bir öğrenci olduğunu, sanatsal yönünü gerçekleştirmek için elimden geleni yapmak istediğimi söyledim. Babası çok mutlu oldu. Bana teşekkür etti. Kendisinin ne iş yaptığını yaptığını sordum.  Gözleri doldu. Gözlerini uzaklara dikerek bir süre sessiz kaldı ve ardından şöyle dedi;

’Biz Halep’ten can korkusu ile kaçıp buraya geldik. Küçük bir köyde yaşardık orada sebze yetiştiriciliği yapıyorduk. Küçük bir tarlamız vardı. Kendi sebzemizi eker, dikerdik. Bir kısmını da satar, geçimimizi sağlardık. Bir gün savaş başladı ve işler değişmeye başladı. Köyümüze gelen gruplar silahlanıp savaşmamızı istediler. Bizler bugüne kadar hep toprakla uğraştık. Hiç, elimiz silah tutmadı. Biz savaşmayı bilmeyiz. Savaşmayı, kardeşin kardeşini öldürmesini kabul etmedik. Tüm mallarımızı satabildiğimizi satıp, yurdumuzdan ayrıldık. Burada da çiftçilikten başka ne yapabilirim bilmiyorum ama kimse Suriyeli olduğum için çalıştırmak istemiyor.’ demesi içimi burkmuştu. Günlük ne iş olursa yapıyor, kim onu çalışmasını isterse çalıştırıyordu. Bazen inşaatlara gidiyor, bazen hammallık yapıyor, bazen de yolda su satarak geçimini sağlamaya çalışıyordu. Bizler kimi zaman işimizi beğenmezken bazıları da ne olursa olsun beş kuruş için bile her işe razıydılar. Tüm bunlar aklımdan geçerken ders zilinin çalması ile irkildim ve Havva Hanım ve Meryem’in babasına teşekkür edip sınıfımın yolunu tuttum. Sınıfıma girer girmez Meryem’in sıra arkadaşı olan Fatma’nın Meryem’e karşı alay eden sınıf arkadaşlarına Meryem’in sandıkları kadar kötü biri olmadığını ve onun da onlarla beraber oynaması gerektiğini söylerken buldum. Fatma birinci sınıfa giden bir çocuğa göre gerçekten çok olgun bir tavır sergilemişti. Bunu hem ödüllendirmek için hem de acaba çocuklar Meryem ile gerçekten oynayacak mı? Diye merakımdan çocuklara beden eğitimi dersini öne aldığımı ve onlara bir oyun öğreteceğimi söylediğimde hepsi büyük bir heyecanla dışarı çıkmaya başlamışlardı. Onlara benim küçüklük oyunlarımdan olan, el ele tutuşarak bir tekerleme eşliğinde dönerek sonra yere oturup mendili arkasına bırakanın yakalamamasını ve yakalamadan önce yere oturursa kazandığı, söylenen tekerleme ile aynı adı alan ‘Yağ Satarım Bal Satarım’ adlı oyunu oynattım fakat bir problem vardı; Fatma ne kadar sınıf arkadaşlarını uyarsa da Fatma’yı ciddiye alan olamamıştı. Sınıf arkadaşları dönerken Meryem’in elini tutmak istemiyor ve onu Fatma dışında kimse ebe seçmiyordu. Canım çok sıkılmıştı çocukları sırf Meryem’i aralarına alsınlar diye oynatmışken onlar hala Meryem’i aralarına almıyorlardı. ‘Başka bir yol denemeliydim ama nasıl bir yol?’ diye düşünürken aklıma güzel bir fikir geldi. Tüm öğrencilerimin beraber  resim yapmasını sağlayacaktım. Sonraki dersimiz hayat bilgisiydi.  Hayat bilgisi dersinde Trafik Kurallarından, Trafik Işıklarından bahsettim ve ‘Hadi çocuklar! Şimdi hepimiz Trafik kuralları ve Trafik Levhaları hakkında resim yapalım.’ dedim. Başta Meryem olmak üzere herkes çok mutlu olmuştu. Meryem’i her daim korumaya çalışan Fatma, sınıftaki çocuklara resim yaparken yapamadığı bir şey var ise yanındaki arkadaşı Meryem’e yaptırabileceğini ve çok güzel resim yaptığından bahsetti. Yaya geçidinde duran yaşlı teyze resmi yapamayan Hüseyin –Meryem ile önceden alay ettiği için utanarak- Meryem’den yaşlı teyze resmi yapıp yapamayacağını sordu. Meryem de gülümseyerek yapabileceğini hatta ona nasıl çizileceğini de gösterebileceğini söyledi. Hüseyin, Meryem’in yaptığı resme hayran hayran bakıp teşekkür etti. Hüseyin’in sıra arkadaşı ile yaptığı konuşmayı duydum. Bu sohbette Meryem’in çok güzel resim yaptığını ve gerçekten çok kibar bir öğrenci olduğunu söylüyordu ve onu dışlamamalarını söyledi. Bir ders sonra sınıftaki tüm öğrencilerin Meryem’e resim yaptırdığını gördüm, artık ona karşı kötü davranmıyorlardı. Meryem artık daha mutluydu. Arkadaşları vardı. Onlarla konuşuyor, oynuyor beraber resim yapıyordu…

Dönemin sonlarına doğru bir gün Meryem, babası ile yanıma gelerek babasının benimle konuşmak istediğini söyledi. Babası artık kısmen de olsa Türkçe konuşabiliyordu. Benim anlayabileceğim bir şekilde kendisinin başka bir ilde iş bulduğunu ve buradan ayrılmaları gerektiğini söyledi. Meryem’in beni ve arkadaşlarını ne kadar sevdiğinden ancak kendilerinin mecburen gitmek zorunda olduklarını söylediğinde içimi garip bir hüzün sarmıştı. Gitmeyin burada kalın demek isterdim ancak bunu diyemezdim. Meryem, bana sıkıca sarılıp veda ettiğinde ve ileride kendisinin de benim gibi bir öğretmen olmak istediğini dile getirdiğinde gözlerim doldu. İlk Meryem sınıfa geldiğinde onunla alay eden sınıf arkadaşları o okuldan ayrılacağı haberini duyunca çok üzülmüşlerdi . Bu gün Meryem’in okulda son günüydü. Meryem okulu terk etmeden kendisine önceden küçük bir  hediye almıştım. Onu vermek istedim. Hediye; ona aldığım resim çantasının içindeydi. Resim defteri, boya kalemleri ve ona yazdığım küçük bir nottu. Resim çantasını açıp boya kalemlerini görür görmez mutluluktan o güzel gözleri yağmur yağdırmaya başlamıştı Çok mutlu oldu ve bana teşekkür etti. Babasının ayrılma vaktinin geldiğini söyleyip ayaklarını sürerek aramızdan ayrılan Meryem’in ardında uzun uzun baktım.

Bu Meryem’i son görüşüm oldu…


Bilgesu DURAN




Yorumlar

  1. "Suçlamak anlamaktan daha kolaydır. Anlarsan değişmek zorunda kalırsın." Demiş Peyami Safa. Bu yazı aklıma getirdi bu sözü. Karşımızdakini anladığımızda değişecek her şey güzele doğru. Kalemine sağlık Bilgesu Hanım

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar