BİLİNİZ Kİ BU İYİDİR

     Ocak ayının sonu yaklaşıyordu ancak nice zamandır ne kar ne de yağmur yağıyordu. Her gün haberlerde farklı bir gölün, barajın ya da ırmağın daha kuruduğu haberini alan insanlar ülkeden ziyade kendilerini düşünüyorlardı. Kuruyan göllerdeki, barajlardaki ve ırmaklardaki canlılar ölmüş; ağaçlar ve bitkiler susuz kalıp solmuşsa kimin umurundaydı ki? Yeşillikler, yemişler ve sular dış ülkelerden alınıyor; ülkenin çöken ekonomisi âdeta çırpındıkça batıyordu. Bencillik ve hırstan paylarını alan kişilerse hepten geçimsiz, saygısız ve hoşgörüsüz kişilere dönüşüyordu. 

    ODTÜ’de meteoroloji mühendisliği öğrencisi ve Çevre Topluluğu’nun sevilen bir üyesi olan Boran okuldaki ağaç dikimi etkinliği için birçok öğrenciyle birlikte Eymir yakınlarındaydı. Özellikle son zamanlardaki ağaçsızlık ve kuraklıktan ötürü ülke yetkililerinden katbekat daha tedirgin olan ODTÜ öğrencileri her yıl yaptıkları bu etkinliği, aralık ve ocak ayının böylesine verimsiz geçiyor olmasından ötürü daha sık yapmaya ve belediyeyi de buna teşvik etmeye davranıyorlardı. Böylelikle hâlâ ülkesini, dünyasını ve insanlar dışındaki diğer canlıları da düşünen bilinçli kişiler buna katılıyor; ellerinden geleni yapmaya çaba gösteriyorlardı. Şiddet, hırsızlık, düzenbazlık, yoksulluk ve geçimsizlik her ne kadar günden güne artıyor olsa da iyi insanlar ölmüş değildi.

    Boran ağacını diktikten sonra arkadaşlarının yanından kısa bir süreliğine ayrıldı. Her yeni güne kötü bir haberle uyanan gençler artık öylesine karamsar ve mutsuzlardı ki koca topluluktan neşeli, güleç çığlıklar çıkmaz olmuş; herkesi endişeli ve korkulu bir sessizlik almıştı. Nitekim Boran da onlar gibi kederli, tedirgin ve üzgündü. Böyle olduğu zamanlarda İstanbul’dayken denizi; Ankara’dayken ise biriciği, Eymir Gölü’nü izlerdi. Geçmişte dinozorların yok olduğu gibi; gelecekte de göllerin, barajların ve ırmakların yok olup efsaneleşeceğini düşününce içini bir burukluk kaplıyordu. Ama yine de bu dingin ve erinç verici gölü izlemekten kendini alamıyordu. Sanki göl ona fısıldıyordu, onu bir otacı gibi iyileştiriyordu.

    Boran az sonra Çevre Topluluğu önderliğindeki kalabalığın yok olduğunu sandı. Sanki tüm o insanlar birden hiç var olmamışlar gibi onu orada yalnız başına bırakmışlar gibiydi. Derin bir sessizlik ve yalnızlık duygusu üstüne çökerken bir ses işitiverdi. 

    “Ulug eb örtenmiş. Katıŋa tegi kalmaduk, büküŋe tegi kodmuk, tir. Ança biliŋler yablak ol!”

    Boran işittiği sesle birlikte irkiliverdi. Yanında kimsecikler yoktu ve duyduğu sözler ona tanıdık gelse de ne söylendiğini anlayamıyordu. Gizemli ses üç kez aynı tümceyi söylese de Boran kimin konuştuğunu ya da ne söylemeye çalıştığını bilemedi. Tek emin olduğuysa bunu söyleyenin boğuk bir sese sahip yaşlı bir kadın olduğuydu. Ancak koskoca Eymir Gölü’nün kıyısında ne işi vardı ki? 

    Boran etkinliğin ardından eve gittiğinde aklına kazıdığı bu tümceyi araştırdı. Sonradan bunun Irk Bitig yani Fal Kitabı’ndan alıntı tümceler olduğunu gördü. Hemencecik günümüz Türkçesindeki karşılıklarına baktı. 

    Büyük bir ev yanmış. Kıyısına, bucağına kadar hiçbir yeri kalmamış. Biliniz ki bu kötüdür.  

    Boran şaşalamış ve ürkmüş olsa da tümcenin anlamını pek önemsemedi. Hemen haberlere göz atıp bir şeyler atıştırdı. Ardından birkaç ödevini bitirip son okuduğu kitabına devam etti. Uykusu gelinceyse direnmeden yattı ve uykuya daldı.

    Ertesi sabah Boran televizyonu açmış, çay hazırlamış dünden kalan poğaçalarla kahvaltı yapıyordu ki telefonu çaldı. Arayan annesiydi.

    “Oğlum! Teyzenlerin evinde yangın çıkmış! Biz babanla geldik şimdi. Sen de gel, koş!” diye ağlayarak konuşuyordu annesi.

    “Ne yangını? Ne olmuş? İyiler mi?” diye art arda sordu Boran.

    “Teyzen çocuklarla parktaymış, enişten... vefat etmiş!” diyen anası telefonu kapatıverdi. Boran başta çocuklara ve teyzesine bir şey olduysa diye epey korktu ancak eniştesi gibi bir adamın ölmesi onu pek üzemedi. Karısına ve çocuklarına şiddet uygulayan, astığım astık kestiğim kestik, ırkçı ve sözüm ona Müslüman takılan bu adam eniştesi olmasa yüzüne bile bakmazdı da...

    “Ankara - Ulus’ta büyük bir ev yanmış. Kıyısına, bucağına kadar hiçbir yeri kalmamış…” diye konuşan sunucuyu duyunca Boran kalakaldı. Bu besbelli dün duyduğu sözlerdi. Ancak yine de genç çocuk bunun bir rastlantı olduğunu düşünmeyi yeğleyerek teyzesinin yanan evine gitti.

    Koskoca ev kül olmuş, sözde de dendiği gibi hiçbir yeri kalmamıştı. Yıkıntının önündeyse ailesi, polisler, itfaiye ve dahası bulunuyordu. Ailesi perişan haldeydi. Boran yanlarına uğrayıp bir süre yaşananları dinledikten sonra ağlamalara daha fazla katlanamayınca yıkıntının arkasına doğru yürüdü. Evin arka bahçesindeki çimlerde kahverengi bir nesne fark edince koşa koşa yanına gidip ne olduğuna baktı. Bu, kahverengi deri bir defterdi. Boran hemen defteri kaptığı gibi içini inceledi. Dün işittiği sözlere benzer birtakım tümceler yazılıydı: Amtı amrak oglanım, anca biliŋler: Bu ırk bitig edgü ol. Ançıp alku kentü ülügi erklig ol. Ancak Boran çok üstünde durmadan defteri kapatıp çantasına attı. Annelerinin yanına bir kez daha uğradıktan sonra öğlenki dersine yetişmek için okula döndü.

    Ders boyunca aklı notlarda, defterde ve yangındaydı. Nitekim girdiği dersten zerre verim alamayan Boran arkadaşlarının ilgisini çekti. Onlara da pek bir şey anlatmayan genç çocuk dersinin ardından gölün kenarına gitti ve defteri yeniden incelemeye başladı.

    “Boz bulıt yorıdı, bodün üze yagdı. Kara bulıt yorıdı, kamag üze yagdı…”

    “…Tarıg bişdi; yaş ot öndi; yılkıka, kişike edgü boltı, tir. Ança biliŋler: Egdü ol,” diye tamamladı aynı ses. Boran ayağa kalkıp çevreyi etraflıca taradı ancak kimse yoktu. Üstelik az önceki ses hiç kulağına çalınmamışçasına bir sessizlik çökmüştü göle. Bu sessizlik, dinginlik ve erinçle birlikte genç çocuk gölde pıtırtılar görmeye başladı. Göle su damlıyordu. Yağmur yağıyordu!

    “Çok şükür!” deyip ayağa kalktı Boran. Yüzünde eşsiz bir mutluluk ve gülücük oluşurken hızlanan yağmurun ardında aynı tümceyi işitti. Boz bulıt yorıdı, bodün üze yagdı. Kara bulıt yorıdı, kamag üze yagdı. Tarıg bişdi; yaş ot öndi; yılkıka, kişike edgü boltı, tir. Ança biliŋler: Egdü ol. Bu kez kimin söylediğine ya da ne dediğine aldırmayan Boran yağmurun büyüsüne kapıldı.

    Akşamüzeri eve dönen genç çocuk hemen televizyonu açtı. Doğu Anadolu’da kar yağışı, diğer bölgelerdeyse yağmur ya da karla karışık yağmur yağışı haberlerini duymasıyla daha da bir sevindi. En sonunda yakarışlar karşılığını bulmuş, onca dikilen ağaç ve başlatılan etkinlikler bir yarar sağlamıştı. Boran bunun mutluluğuyla bütün o sözleri, defteri ve tuhaf şeyleri unutup her şey düzelmiş gibi kahvesini içip ödevlerini yapmaya koyuldu.

    Ertesi gün televizyonu açan Boran dünkü gibi iyi şeyler duymayı beklemişti. Ancak ne yazık ki düş misali geçirdiği günün ardından kötü haberlerin ardı arkası kesilmemişti. Yine bir kadın cinayeti yaşanmış, genç bir oğlan homofobik “insan”ların öfkesine kurban gitmiş; dolandırıcılık, hırsızlık ve benzeri daha alışılagelmiş olaylar çizgisini bozmadan bugün de yaşanmıştı. Boran televizyona sövüp kumandayı fırlatırken pencereden dışarıya baktı. Güneş nispet yaparcasına parıldıyor ve dünkü yağmurun kısa hükümdarlığından sonra devrim yapmışçasına dünyaya, özellikle de Türkiye’ye gülümsüyordu. Boran’ın elbette güneşle alıp veremediği bir şey yoktu ancak böylesine pasparlak olması onu içten içe üzüyordu. 

    Boran’ın yine telefonu çaldı. Annesi, oğlu dün cenazeye gelemediği daha doğrusu gelmediği için bugün onu evlerine çağırıyordu çünkü Ece Teyzesi dünkü yangından sonra ablasına yerleştiğinden başsağlığı için gelenler Boran’ın ailesinin evine geleceklerdi. Boran da sabahki haberlerin öfkesi ve havanın yeniden böylesi güneşli olmasından duyduğu düş kırıklığına karşın annesini kıramadı ve evlerine gitti. Kadınların sessiz sessiz ağlaşmaları, çocukların fısıltıyla konuşmaları ve mutfaktan yayılan helva kokusu onu her ne kadar rahatsız etse de boş vermeyi denedi. Ancak içten içe, Hayati Enişte’nin ardından ne diye bu kadar üzülürler anlamıyorum, diye geçirmeye engel olamadı. Öyle ya, ne kadar kocan da akraban da tanıdığın da olsa, o kişi insan olamadıktan sonra kimsenin gözünde “adam”lığı, “abi”liği ya da “Müslüman”lığı kalmıyordu. Neyse!  

    Genç delikanlı teyzesine başsağlığı dileyip okula döndükten sonra yangını ve duyduğu garip tümceleri yakın arkadaşlarına anlattı. Hepsi yangın için üzülüp başsağlığı dilerken ikinci anlattığına pek nesnel yaklaşamadılar. Ancak Boran elbette onları yadırgamıyordu. Başka biri gelse ve ona Irk Bitig adlı kitapta geçen bazı sözleri duyuyorum ve bunlar kısmen gerçek oluyor dese o da öylece inanmaz, karşısındakinin sözlerini sorgulardı.

    Boran ve arkadaşları ders çıkışında Eymir’in kıyısına gittiler. Arkadaşları aralarında konuşup okulla ve gündemle ilgili tartışırken o gölü izliyor ve notları düşünüyordu. Hemen çantasından defteri çıkardı ve son yazılan tümcelerin internetten anlamına bakmaya koyuldu. İlk yazıyı yeniden okudu: Amtı amrak oglanım, anca biliŋler: Bu ırk bitig edgü ol. Ançıp alku kentü ülügi erklig ol. Anlamıysa şöyleydi: Şimdi sevgili oğullarım, şöyle biliniz; Bu Fal Kitabı iyidir. Böylece herkesin kısmeti neyse o olur. Ardından ikinciyi de okudu ve hemen anlamını buldu. Boz bulut yürüdü, halkın üzerine yağdı. Kara bulut yürüdü, her şeyin üzerine yağdı. Ekinler oldu; taze otlar bitti; atlara, insanlara faydalı oldu, der. Biliniz ki bu iyidir.

    “Ne demek şimdi bunlar?” diye afallayan Boran göle doğru iyice yaklaştı. Arkadaşları aldırmadı.

    “Kiyik oglı men. Otsuz subsuz kaltı uyın? Neçük yorıyın, tir. Ança biliŋler yabız ol,” diye konuştu aynı ses. Boran hemen etrafı taradı. Göle bakarken birden duraladı ve suyun içinde bir suret gördü. O bakarken suret kıyıya çıktı ve Demir irkilip geri çekildi. Bu çok çirkin, korkunç ve yaşlı bir kadına benziyordu ancak görüşü bir insandan oldukça farklıydı. Gözleri olması gereken yerde derin karalıklar, ağzı olması gereken yerdeyse yılansı bir açıklık vardı. Bedeniyse yosunlardan oluşmuş gibiydi.

    “Sen nesin?” diye ağzından çıkıverdi Boran’ın. Varlığın gözlerinin olması gereken yerdeki kara açıklık büyüyüverdi.

    “Men Çay İyesi’yim, kişi oglu. Çaylar, yırmaklar kuruyunca bu köle geldim,” dedi dingince. Boran varlığın günümüz Türkçesi konuşmasına şaştı. “Dediydim ki: Geyik yavrusuyum. Otsuz, susuz nece yaparım? Nece sag kalırım, demiş. Bilin ki bu yavuzdur.”

    “Türkçe konuşuyorsun,” dedi Boran yabancı uyruklu bir arkadaşıyla konuşurcasına.

    “Söyledigim sözler kangi dil olacaktı?” diye payladı onu.

    “Eski Türkçe sözlerdi onlar,” dedi Boran. “Ben de düşündüm ki günümüz dilini konuşamıyorsun. Öyleyse neden eski metinlerden tümceler söyledin?”

    “Türük töresini ögren, araştır diye,” dedi Çay İyesi. “Türük diye anılan kençlerin kaçı töremizi, ekinimizi bilir? İyon anlatılarını bile bilirler de kendilerininkini bilmezler.” 

    “Kar, yağmur yağmıyor; göller, barajlar ve ırmaklar kuruyor,” dedi Boran üzüntüyle, kadının dediğini hiçe saysa da doğru söylediğini biliyordu.

    “Kişi oglunun böylesi bencil oluşundandır bu,” dedi Çay İyesi. “Dogayı, topragı, gökü kimse korumadıgından; hepi kendi gereklerini düşündügünden!”   

    “Ne yapmalıyız?” diye sordu umarsızca.

    “Yavuz kişileri onaramadıgımız içün onları Albıslara verecegiz,” dedi Çay İyesi.  

    “Albıs da ne? Nasıl vereceğiz?” diye ardı sıra soruverdi çocuk.

    “Yavuz işler gören kişilere elinle tokun,” dedi varlık. “Albıslar tamgaladıgın kişileri tamuya kötürecektir.” 

    Son sözüyle birlikte Çay İyesinin kaybolması bir oldu. Boran hepten afallamış biçimde arkadaşlarının yanına döndü. Onun apak yüzüne karşın arkadaşları normal görünüyordu. Demek ki az önceki korkulu âna tanık olmamışlardı. 

    Okuldan sonra eve yürüyerek gitmeye karar veren Boran geçtiği sokaklarda türlü kavgalara, laf dalaşlarına ve hakaretlere tanık oldu. Yere çöp atanlar, kadınlara sarkıntılık edenler, birilerine lakap takanlar... Boran hiçbirine dokunmadan geçmeyi başaramadı zira dar ve kalabalık sokaklardan yürürken bu pek olası değildi. Bununla birlikte Çay İyesi’nin dediği şeyi rastlantı olsa da yaptığını düşünürken bir yandan da yürümeyi yeğlediği için kendine kızıyordu. Ne gerek vardı şimdi!

    Boran ertesi sabah uyandığında haberlerde birçok kişinin ölüm haberini gördü ve başlangıçta yine rutin öfke ve üzüntü nöbetine girdi. Ancak sonradan bu ölen kişilerin biraz bahsi geçince onların tacizci, kavgacı, çevre düşmanı, hayvansevmez ve ırkçı “insan”lar olduğunu gördü. Eniştesinin ölümüne ne kadar üzüldüyse bunlara da o kadar üzüldü.

    Genç delikanlı aldığı bu “üzücü” haberin ardından pencereye çıkıp dışarıyı izledi. Yağmur yağıyordu! Sanki doğaya, yaşama, canlılara ve insanlara zararlı kişiler ölünce dünya bu pisliklerin kanını temizlemek için yeryüzünü yıkıyor, yağmura boğuyordu. Elbette Boran’ın böyle düşünmesi çok doğru değildi ancak öte yandan haksız da sayılmazdı. Bu bir tür arınma töreniydi: Doğasevmezlerin ölümünü kutlarcasına rahmet yağıyordu gökten. 

    Boran hızlıca evden çıktı. Yağmurda ıslanmanın özlemiyle koşa koşa durağa gitti. Hemen okula varıp Eymir’e gidince sanki gelmesini beklercesine kıyıda oturan Çay İyesi’ni gördü. Kadınsı varlık ellerini havaya doğru tutmuş suyla yıkanıyordu sanki.

    “Alkış, kişi oglu!” dedi Çay İyesi neşeli bir sesle.

    “Ama birçok insan öldü,” dedi Boran.

    “Bu kibi kişi ogulları olmasaydı köller, yırmaklar kurumaz; su varlıkları da ölmezdi,” dedi Çay İyesi. “Doga kişi ogullarının oyun alanı degildir. Ulug Ülgen Hakan’ın gözünde hepi birdir.”

    “Onların ölümünden ben sorumluyum,” deyip yüzünü düşürdü Boran. Çay İyesi şaşılacak biçimde çocuğa yaklaştı ve yosunsu elini oğlanın yüzüne götürdü. Boran o anda çok güzel bir kadın gördü. Hayır, Çay İyesi’nin bedeninde değil, yüreğinde gördü o kadını.

    “Sen dogru olanı eyledin menim ogulum. Albıslar sagladı bu tüzeyi,” diyen kadın elini açıp yağmurla yıkanmaya devam ederken Boran onlar ne diye soramadı çünkü Çay İyesi birden aynı sözleri tekrarlamaya başlamıştı: Boz bulıt yorıdı, bodün üze yagdı. Kara bulıt yorıdı, kamag üze yagdı...”

    “...Ekinler oldu; taze otlar bitti; atlara, insanlara faydalı oldu, der. Biliniz ki bu iyidir,” diye tamamladı Boran. Çay İyesi haklıydı. Biliniz ki bu iyidir.


Ozan Mergen






Yorumlar

Popüler Yayınlar