ODTÜ'nün Efendisi

 31 Aralık 2200


    Doruk A1X15 kapısının önüne geldi. Biraz ilerledikten sonra kapıdaki robotlar gencin çipinden onun E22N16400 olduğunu anladılar. Hemen ardından kalelerinkini aratmayacak ölçüde geniş ve görkemli olan kapılar hızla açılıp Doruk okula girdiği anda hızla kapanıverdi. Genç çocuk hemen girişteki uçkayların önüne geldi. Üzerinde hologramla E22N16400 yazan uçkayını aldı ve üzerine binip pek de yükselmeden Avarel binasına doğru ilerledi. 200 katlı Avarel’in üzerinde ODTÜ rektörü Arslan Ekinç’in sırıttığı ışıklı bir oynargörsel vardı. Akşam karanlığında neredeyse tüm Ankara’dan görülebilecek biçimde parıldıyordu.


    Doruk, Avarel’den sola sapınca yol boyu sıralanan çeşitli oyun stantlarının olduğunu gördü. Normalde ilgisini çeken oyunlardan çok arkadaşlarını görmeyi beklediğinden stantları geçip Büyük Devrim Stadyumu’na doğru ilerledi. “E22N12300’ü bul,” deyince Doruk, engingören gözünde arkadaşı Eren’in bulunduğu konum saptandı. Ardından Devrim’de oturan arkadaşlarını hemencecik buluverdi. 


    “Nerede kaldın Doruk be?” diye söylendi Eren, Doruk hepsine sarılıp yanlarına oturdu. “Her neyse, ilk gösteri kimin?”


    “İlk gösteri bizim uzaylının,” dedi Damla ve hepsi kıkırdaştı. Rektör Arslan Ekinç NASA’nın yalanlarına ortak olduğundan, sözde uzaya çıktığından herkesin dilindeydi. Ancak okuldaki herkes aslında ondan ODTÜ Araştırma Merkezi’ni kurduğu için nefret ediyordu. Geçen yıl bu merkezin kurulmasıyla ODTÜ, öğrencilerin yanı sıra ne idüğü belirsiz “araştırmacı”ların da yuvası haline gelmişti. İşin kötüsü bu kişilerin okulun altındaki gizli sığınaklarda tehlikeli silahlar yaptığı sanılıyordu, bu nedenle de oralara kimsenin girmesine izin verilmiyordu.


     “Hoş geldiniz öğrenciler ve araştırmacılar!” diye gürsesle konuştu rektör.


    “Keşke şunun sesini bastırabilsek,” dedi Emir alayla ancak ne yazık ki gürsesi kullanabilmek için bin bir türlü izin almak gerekiyordu. Ankara Büyükkent Yönetimi başkanı ve onun yardakçıları olan bazı kişilerin dışında rektörlerin de böyle bir hakkı olmasına rağmen bu elbette denetimli olarak yapılıyordu. 


    “Bugün 2200 yılını geride bırakacak ve 2201 yılına gireceğiz!” deyip gülümsedi. “Yeni bir çağ başlayacak.”


    “Yoksa istifa mı edeceksin?” deyip kıkırdaştılar, rektör enginduyan kulağını gereksiz eleştiriler için kapadığından bunu da işitmemişti.


    Arslan Ekinç’in ardından çeşitli ODTÜ toplulukları sahne alacaktı. İlk önce Düşselcilik Topluluğu sahneye çıktı. Tüm Ankara Büyükkent Yönetimi yerlilerince okunup beğenilen, Eymir Gölü’nde var olduğu rivayet edilen bir yerleşimi anlatan Göl Kenti romanını canlandıran topluluk büyük bir alkışla kenara geçince sahneye iki karşıt topluluk çıktı: Kubbe Dünyacılık Topluluğu ve Küre Dünyacılık Topluluğu. Gürültülü sanalalkışların ve yuhalamaların ardından tartışma başlayacaktı.


     “Öf sıktı bunlar da ya!” deyip göz devirdi Ekin.


    “Uzay Araştırmaları Topluluğu birçok yönetimden kişilerin de bulguladığı gibi Ankara’ya bütün gerçekleri sundu, bu daha neyin tartışması anlamıyorum,” dedi Emir.


    “Neden olacak, başkan ve yardakçısı bizim uzaylı yüzünden,” dedi Eren. “Herkes gerçeği gördü de üstünü örtme peşindeler. Yok ODTÜ sığınaklarında uzaylılarla ilgili çalışmalar yapılıyormuş, yok Mars’ta yerleşim kurmak için tasarılar kuruyorlarmış da hepsi yalan! İşte hâlâ birilerini uyutma peşindeler ki bu tartışmayı düzenliyorlar.” 


    Tartışmayı herkes sıkkın gözlerle izliyordu çünkü Kubbe Dünyacılar besbelli rektör tarafından yenik düşmeleri için seçilmişti. Sözde tüm okulun karşısında Küre Dünyacılar kazanacak ve doğru olanın bu olduğuna inandırılacaktılar. Zaten herkes bu düzmecenin bilincinde olduğundan kimse dikkate almıyordu bu tartışmayı.


    “Kentekranları!” deyip bağırdı Damla. Hepsi başını arkaya döndürünce tartışmanın tüm yönetimde yayınlandığını anladılar.


     “Kahretsin!” diye tısladılar. Oturdukları yerden kalkıp kentekranlarına doğru uçkaylarıyla gittiler. “Ne yapacağız?”


     “Unuttun mu canım? Ben ekran mühendisliği okuyorum,” dedi Emir.


    “Kentekranlarını işlemediğinizi söylemiştin,” dedi Ayça. Emir onaylarcasına başını salladı. “Cepekranlarından çok farklı olduğunu sanmam.”


    Emir bileğindeki çipe dokundu. Seçkisinden bağlantı seçeneklerine girip kentekranlarına bağlandı. Ardından İstanbul Büyükkent Yönetimi’ndeki bir arkadaşından öğrendiği virüslü kodları kentekranı sistemine girdi. Birkaç dakikada kentekranının kamerası ve görüntüsü gidiverdi. Bunu fark eden rektör kaşları çatık biçimde yanlarında bitti.


    “Vay vay!” deyip yanlarında beliren rektörü görenler irkilip uzaklaşmaya başladı. “Demek cepekranlarına çalışmışız, öyle mi?”


    Hepsi oldukları yerde duraksadı. Bir şey diyemeden bir rektörün somurtuk yüzüne, bir de Avarel’deki yapmacık gülüşüne bakıyorlardı. O anda rektör çipine dokundu ve birkaç tıkla Emir’in sistemine virüs yolladı.


    “Emir? Ne oldu? Ne yaptınız siz!” diye bağırıştılar. Her ne kadar Emir’in yaptığı yasal sayılmasa da rektörün yaptığı alenen suçtu. Şimdi çocuğun çipi uyarı veriyor, uzuvları olur olmadık biçimde deviniyordu.


    “Ölecek! Yardım edin ona!” diye bağırdı Damla ama rektör onlara öylece bakıp uçkayıyla eski yerine döndü. 


    “Onu araştırmacılara götürelim,” dedi Doruk. Hepsi bön bön baktı ona. “Ne var? Başka yapabileceğimiz bir şey var sanki!”


     “Ekran mühendisliğinden kimse yardım edemez mi ona?” diye sordu Ayça.


    “Bildiğim kadarıyla virüs ve anti virüs öğretilmiyor ekran mühendislerine. Zaten Emir de İstanbul Büyükkent Yönetimi’ndeki arkadaşımdan öğrendim dediydi.”


     “Onu bulalım,” dedi Doruk.


    “Nasıl?” diye sordu Damla. Doruk duraladı. Diğerleri de çıtını çıkarmadı. “Araştırmacılara gidene kadar Emir’in seçkisine girmeyi deneyelim. Başarırsak oradan arkadaşına ulaşıp talimat alabiliriz.”


    Hepsi onaylarcasına başını sallayınca araştırmacıların merkezi sayılan Avarel’e doğru gitmeye başladılar. Onlar uçkaylarıyla süzüledururken Eren ve Doruk da çocuğun çipindeki seçkiye girmeye çalışıyorlardı. 


    “İşe yaramıyor!” diye feryat etti Eren.


    “Burada ne işiniz var sizin? Hemen def olun!” dedi Avarel’in girişindeki robotlar koro biçiminde.


    “Ben seni var ya...” derken Eren, Damla onu susturdu ve geriye itti. “Biz Profesör Banu Gökay’la görüşmek istiyoruz.”


    “Sayın Gökay yalnızca araştırmacılarla görüşeceğini bildirdi,” dedi robotların biri.


    “Bu çok önemli bir olay, ne olur!” diye sızlandı Damla ancak robotlar robottu. Dolayısıyla ne göz yaşına ne de güzel söze tav olurlardı.


    “Lütfen def olun!” dediler koro biçiminde. Bu kez Eren’i tutan olmadı ve çocuk içinde biriktirdiği tüm öfkeyi robotlara kustu. Ardından daha kötü görünen çocuğu kime götürebileceklerini düşünmeye koyuldular.


    “O ve rektörden başka bu konuda yetkili yok ki!” dedi Ekin.


    “O zaman B planı,” dedi Eren. “Zorla gireceğiz. Kimseye yakalanmadan da Banu’yu bulacağız ve Emir’i iyileştireceğiz.”


    Hepsi anlaşıp planı hazırladılar. Ardından harekete geçtiler: Önce Damla, Ayça ve Ekin robotlara çeşitli fizik ve matematik soruları sorarak onları oyaladılar. Diğerleriyse bu sırada kapıyı koruyan iki robotu etkisiz hale getirip diğer robotlara çaktırmadan ikisini kenara çektiler. Başardıklarında kızlara el işareti yaptılar.


    “Yanıt kök üç bölü üç,” dedi robotlar. Eren, Doruk ve ölmek üzere olan Emir içeri girerken kızlar onları oyalamaya devam etti ancak üç genç içeri girdikleri anda Avarel binası kızıla boyandı, rektörün oynargörselinin yerini kocaman “TEHLİKE” yazısı aldı. Alarm sesleri ve robotların duruma aymasıyla kızlar oradan uzaklaştı.


    Eren, Doruk ve Emir ise alarmların çaldığı; koruyucu robotların oradan oraya konumlandığı koridorlarda kapana kısıldılar. Aşağıdaki robotlara göre daha korkutucu ve güçlü görünenleri koro halinde, tiz robotik sesleriyle, “Bizimle geliyorsunuz kaçaklar!” dediler. Hemencecik tutuklanıp Avarel’in son katına tezyükselticiyle çıkıverdiler. Karşılarına kocaman bir oda ve önlerinde dikilen sarışın, uzun boylu, kara elbiseli bir kadın çıktı. Yüzünde anaç görünümlü ama bir o kadar da yapay bir gülümseme vardı. Ellerini kavuşturmuş, öylece kaçakların gelmesini bekliyordu. 


    “Hoş geldiniz canlarım!” dedi Profesör Banu Gökay. “Hangi akıl yoksunluğu sizi buraya getirdi!” diye birden hırçınlaştı ve koşarak çocukların dibine girdi. Emir’in halini görünce alaycı bir anlayışla onlara baktı.


    “Hocam... yani... şey, Profesör Banu... arkadaşımız Emir...”


    “...virüs kaptı?” diye tamamladı kadın. “Zavallı çocuk, virüslerden uzak durmalıydı.”


    “Bunu rektör yaptı, onun bir suçu yok!” diye çıkıştı Doruk.


    “Biliyorum sersem,” dedi kadın. “Kentekranlarına bulaştırdığı virüsten bahsediyorum ben! Kendisine bulaşan virüs umurumda değil!”


    “Ama biz sizin...”


    “...düzeltebileceğimi mi düşündünüz?” diye tamamladı yine. “Boşuna nefesini tüketme, beynini okuyabiliyorum. Beyinpaylaşımını açık bırakmışsın aptal.” 


    Doruk gizlice çipinden ilgili bölümü kapattı ve Emir’e döndü. Çocuk daha da kötüye gidiyordu ve seçkisine giriş de bir türlü mümkün olamamıştı.


    “Ne olur ona yardım edin,” dedi Eren öfkesini saklamak için büyük bir uğraşla.


    “Biliyor musunuz, Avarel’e giren bir daha çıkamaz,” dedi kadın ve üçünü de tutuklatıp kapsüllere tıktı. “İyi ki geldiniz!” deyip kahkahalara boğuldu.


    Kızlar ise Avarel binasına doğru koşan robotları görünce Devrim’e doğru kaçıp oradan tüymeyi kafalarına koydular. Onlar Devrim’e geledururken robotlar oradan oraya koşuyor, alarm susmak bilmiyor, öğrenciler de panikle koşuşturuyordu. Bu kargaşaya rağmense Devrim’deki etkinlik sürüyor, Tiyatro Topluluğu gösterisini bitirmeye çalışıyordu.


    “Ulaşabildin mi onlara?” dedi Ayça, Damla’ya. Kız yol boyunca çipinden oğlanları aramaya çalışmıştı ancak açan yoktu.


    “Açmıyorlar!” dedi Damla korkuyla. “Kesin kötü bir durum var!”


    Avarel binası durulup alarmlar da susunca rektör önemli bir durum olmadığını duyurup gösterinin sürmesine izin verdi. Ancak açıklamasından hemen sonra saat 11.59’u göstermiş olduğundan sıradaki gösteriye geçilmedi ve geri sayım başlatıldı.


    “2201’e son 10...9...” diye sunucu konuşurken sahneye Öngörü Topluluğu’ndan bir kız fırladı. Giydiği çeşitli takılarla bezeli giysisiyle tüm dikkatleri üzerine çekti. Abartılı ve teatral hareketlerle konuşmaya başladı kız. “Beni dinleyin! Dünyamız yeni bir çağa adım atacak!”


    “Atın şunu sahneden!” diye hırladı rektör. Kimse kılını kıpırdatmadı.


    “Korkunç bir olaya tanıklık edeceksiniz!” diye bitirip yere yığıldı kız. Belli ki rektör ikinci kurbanını seçmişti. Bu kez de bu zavallı kızı virüslemişti.


    “5...4...” diye devam etti sunucu. Kimse zavallı kızı dikkate almadı. Öngörü Topluluğu’ndan birkaç kişi onu ayıltmaya çalıştı ancak kız öylece yatmayı sürdürdü. Sonradan kızlar virüs olayına ayınca rektöre öfkeyle dönüp baktılar.


    “3...2...1...” Ve muhteşem bir gürültü duyuldu. Önce herkes göğe baktı. Havai fişekler sandılar ama öyle değildi. Birden yer sarsıldı. Yavaş yavaş yerleşkenin binaları çökmeye başladı. Ekran mühendisliğinin beş binası, robot mühendisliğininkiler ve diğerleri çöküverdi. Çöküntüden geriye demir yapılar kaldı. Ne idüğü belirsiz demir yapılar herkesin dikkatini çekti. Hemen ardından Avarel binası büyük bir gürültüyle yıkılıp yerini uzunca bir kule aldı. Sanki tüm demir yapılar bir silahı oluşturuyordu ve bu kule de onun namlusuydu.


    “Ne oluyor böyle?” diye bağırışlar ve çığırışlar üstelik ağlamalar Büyük Devrim Stadyumu’nu dolduruyordu. Sonra bir sarsıntı daha gerçekleşti ve Avarel’in yerindeki kuleden üç kez ateş topu fırlatıldı. Hızla göğe yükseldi. Hemen sonra saydam görünümlü göğe bir duvara çarparmış gibi çarptı. Gökte delik açılmıştı! Herkes şaşkınlıkla bakıyordu. Şimdi deliği meydana getiren üç kapsül yere düşüyordu. 


    “Yüzyıllardır insanlar düz dünyayı sarmalayan kubbeyi aşıp bana ulaşmaya çalışıyorlar,” dedi güçlü ve tok bir ses. “ODTÜ’nün Efendisi’ne, Avarel’e ulaşmak için yerleşkedeki sığınakları kullandılar. Sonunda o gün geldi!”


    “Hadi canım! Avarel’in adı buradan mı geliyormuş?” diye sordu Ekin.


    “Belli ki,” dedi Damla ve göğe bakmayı sürdürdü. Birazdan gökten koskocaman bir suret yere indi. 


    “Karıcığım?” diye gürledi Avarel, herkes kulağını tıkamak durumunda kaldı. Ses çok şiddetliydi.


    Birden Eymir Gölü’nden ürkünç görünümlü bir kadın fırladı. Kızıl giysisi, asası ve korkunç yüzüyle Avarel’e baktı. Bu bakışmayla iki korkunç görünümlü varlık eski haline döndü. Cadılar Bayramı’ndan fırlamış gibi görünen kadın ve devsi adam gitmişti sanki.


    “Sen aşkımıza dünyalı birine gönül vererek ihanet etsen de, ben vazgeçmedim senden diğer evrenlerde de,” diyen Avarel ve Al Karısı kavuştular. ODTÜ’nün Efendisi ve Hanımı okulu berbat rektöründen arındırıp burayı bilimin ve hoşgörünün merkezi olması için çabalayarak yaşadılar.


-Ozan Mergen-







Yorumlar

Popüler Yayınlar