Eskiden birlikte otururduk biz bu odada. Güzel günlerdi... Bana gözlerini çok uzun süre önce bir yerlere gömdüğünü söylemişti. Neresi olduğunu hatırlamıyormuş.
Çok güzel günlerdi o günler, ama uzun sürmediler. Odamdan ayrılmaya karar vermişti, ben de karşı çıkmadım. Sadece çıkarken kapıyı örtmesini rica ettim. Ondan sonra kimsenin beni ziyarete gelmeyeceğinden emindim.
Haklıymışım. Gelmediler. Ben buradayken tek bir kişi dahi uğramadı; yakında buradan ayrıldığımda da uğramayacaklar.
Ekim gelir gelmez çıkıp gideceğim ben. Aslında her ekimde çıkarım zaten. Ay bitene kadar da geri dönmem. En ufak bir anını bile kaçırmak istemem çünkü bu hüznün. Yağmur başka hiçbir ayda bu kadar güzel kokmaz. Sadece bu ayda bu derece yıkıcı, ve sonra baştan yapıcıdır yağmur. Yıkılmayı severim ben. Baştan yapılmayı da.
Ancak bu sefer, firarımın tek sebebi bu değil.
Toprak ekimde çok ıslanır. Islanan toprağın altını hissetmem ise her zaman daha kolay olur. Karınca yuvaları, uykudan uyanmayı bekleyen tohumlar... Hepsi iyice kabarıp belirginleşir, çok daha güçlü titreşir sanki. Eğer gerçekten gözlerini toprağın altına gömmüşse, onları da işte ancak bu ayda hissedebilirim. Belki de ondan bir parça bulabirim hâlâ yeryüzünde.
Bulamazsam da ziyanı yok. Bir dahaki ekim kaldığım yerden devam ederim aramaya. Ne de olsa bir daha odama dönmeyeceğim.
Gözlerini bulabileceğimi düşündüğümü, ona daha önce söylemiştim. O ise kendi gözlerinden dünyanın hiç de güzel görünmediğini, bu yüzden de onları aramanın çok aptalca olacağını iddia etmişti. Bir gün onları bulsam dahi asla kullanmamamı tembihlemişti. Bu, beni çok üzermiş.
Bense, benim hiçbir zaman gözlerim olmadığını söylemiştim ona. Dolayısıyla gördüğüm şeyin güzel mi, yoksa çirkin mi olduğuna karar veremezdim. Karşılaştıracak herhangi başka bir görüntü yoktu elimde.
"Herkesin dünyayı bir kere dahi olsa görmüş olması gerekir." demişti gülerek. Ben, gördüğümü hiç hatırlamıyordum. "Görüp de unutmuş olabilirsin. Ancak hiç görmemiş olman imkansız." diye karşı çıkmıştı. Bir de, gözlerimin nerede olduğunu bildiğini söylemişti bana.
"Bulutların üzerinde unutmuşsundur." demişti. Bulutların çok yukarıda olduğunu biliyordum oysa. Bense hiç o kadar yukarı çıkmamıştım... Ekim ayında çıkmış olabileceğimi; ekimde bulutlar çok ağırlaştığından, üzerlerinde durmanın çok kolaylaştığını söylemişti bu sefer de. Oradaki yağmur kokusu bir noktada insanı sarhoş edebilirmiş. İşte ben de bu yüzden kendimden geçip gözlerimi ardımda bırakmış olmalıymışım. Odama dönüp ayıldığımda ise her şeyi çoktan unutmuş olmam normalmiş...
Bu konuşma beni eğlendirmişti. Onun fikirlerini dinlemeyi severdim. Sarhoş olup da yaptıklarını unutan insanlar ilgimi çekmişti. Gerçi ben o ne anlatsa ilgiyle dinlerdim.
Ama geçen ekimin sonunda, bulutların üzerine çıkacağını söyledi. Orada, benim gözlerimle dünyaya bakmak istiyordu. Hiçbir şey sormadım, durdurmadım da. Sadece çıkarken kapıyı örtmesini rica ettim.
Ben, şimdi bu ekim ayında, ıslak yapraklar ve topraklar altında, onun gözlerini arayacağım. O ise, bulutların üzerinde; kim bilir, belki de benim gözlerimle beni izlemekte...
-zeze-
Yorumlar
Yorum Gönder