DÜNYANIN UYANIŞI

 21 Aralık 2020

    

    Sisli bir pazartesi sabahına uyanan Erhan kitaplarla dolu ufak odasının ne kadar da soğuk olduğunu fark edince yatağına gömüldü ve yorganını üzerine çekti. Önce camı açık unuttuğunu sandı ancak ardından kapalı olduğunu görünce havanın birden soğumuş olabileceğini düşündü. Gerçi öyle olsaydı da kalorifer odasını sıcak tutmayı başarırdı. Demek ki bir aksilik olmuştu. Yine de Erhan buna kafa yormayı es geçerek telefonuna uzandı. Genç çocuk telefonunun güç tuşuna bastı ancak hiçbir şey olmadı. Yavaştan paniklemeye başlayan Erhan ne denediyse çalıştıramadı telefonunu. 

    Elinde bozuk telefonu, sırtında yorganıyla dizüstü bilgisayarının başına geçen Erhan çekmecenin üzerindeki kol saatine baktı ama o da durmuştu. Erhan dizüstü bilgisayarının kapağını kaldırdı, onu açmayı denedi. Açılmadı. Sonunda duruma ayan çocuk derse katılamayacağını umursamadan panik bir biçimde evde gezinip durdu. Buzdolabı, televizyonlar, duvar saatleri ve diğer elektronik hiçbir şey çalışmıyordu. Erhan bunun gerçekten olduğuna bir an için inanamadı, oysaki bu konu hakkında epey araştırma yapmıştı. 

    Erhan balkondan dışarıya baktı. Ölüm sessizliğinin hâkim olduğu sisli sokaklarda kimsecikler yok gibiydi. Ne araba sesi ne insan sesi duyuyordu. Demek ki geç kalmış sayılmazdı, vakit hâlâ erken olmalıydı. 

    Erhan anne ve babasının yatak odasına girdi. İkisi de erkenden kalkıp işe gitmiş olmalıydı. Hemen çekmeceleri karıştırmaya başlayan çocuk iki yüzlük buluverdi. Sonra üzerine hırkasını giydi, maskesini taktı ve karşı sokaktaki markete gitti. Marketin sensörlü kapıları bozulmuş, iki yana doğru zorlanarak açılmıştı. Erhan bunu umursamadan boş markete girdi. Eline aldığı sepete paket paket makarna, pirinç, nohut, konserve ürünleri; mum, kibrit, çakmak; peçete, mendil, kolonya, dezenfektan ve benzeri ürünler doluşturdu. Sonra ürünlerin ödemesini yapan Erhan elindeki poşetlerle eve hızlı hızlı geri döndü. 

    Maskesini atan, ellerini güzelce yıkayıp ardından kolonyalayan Erhan mutfakta bulduğu her kaba su doldurmaya başladı. Şişeler, kaplar, tencereler içilebilir suyla dolunca genç çocuk onları masaya yerleştirip odasına döndü. Çalışma masasındaki defterini açtı ve bu konuya ilişkin aldığı notları inceledi. Küresel elektrik kesintisinden önce mutlaka nakit para bulundurulmalı... Bulunan her kaba su doldurulmalı... Uzun ömürlü ürünler stoklanmalı... Mum, kibrit ve çakmak aydınlanma için bulundurulmalı... 

    Erhan deftere yazdıklarını okurken ciddi bir korkuyla düşünmeye başladı. Koronavirüs Yeni Dünya Düzeni için hazırlanan planlardan biriydi ve gerçekleştirilmişti. Şimdiyse ikinci planları gerçek oluyordu: Sıfırlama.

    Erhan haftalar önce bu konuya ilişkin yazılar okuyor, videolar izliyordu. Üstelik NASA da bu konuya ilişkin açıklamalar yapmış ve Güneş’te meydana gelen patlamaların bu küresel elektrik kesintisine neden olacağını iddia etmişti. Tabii ki böyle bir şey yoktu, NASA yeni oyunlarına bir kılıf uyduruyordu sadece. Hem uydurmak, aldatmak onların işiydi. Kelimenin tam anlamıyla öyleydi. NASA sözcüğü İbranice “naşa”dan geliyordu ve bu sözcük “aldatmak” anlamına geliyordu. Açılımı olan “National Aeronautics and Space Administration” (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) ise oyunlara buldukları kılıf gibi bu ada buldukları uydurma bir açılımdı. Keza Gematria hesabına göre bu açılım da hepimizin bildiği 666 sayısını işaret ediyordu.

    Erhan defterini iyice yoklarken içinden bir görsel düşüverdi. Bunlar, haftalar önce çıktısını aldığı The Economist dergisinin görselleriydi. Biri üzerinde kocaman “The Great Reset” (Büyük Sıfırlama) yazan, küre dünyanın resmedildiği bir kapaktı. Diğeri olacak felaketlerin apaçık resmedildiği tabloların asılı olduğu bir resimdi. Sonuncusunda ise küre dünya ve onu kapsayan bir açma kapama simgesi bulunuyordu. Yani sıfırlama.

    Genç çocuk öylece görsellere bakakaldı. Tüyleri ürpermiş, elleri vücuduna oranla soğuyuvermişti. Kendisi alabileceği önlemleri almış ve erken davranmıştı ancak ailesine nasıl ulaşabileceğini bilemiyordu. Yaşanan alelade bir elektrik kesintisi değildi, tüm dünyadaki elektrikli araçları ve manyetik aygıtları bozan bir kesintiydi bu. Dolayısıyla şu saatten sonra ulaşım, iletişim, sağlık, eğitim, barınma ve beslenme gibi bütün gereksinimlerin önü kesilmişti. Daha şimdiden hastanelerde onlarca ölü olmalıydı. Cihazlara bağlı olanlar ilk ölenler olacaktı. İşine yetişmeye çalışanlarsa kesintiden sonra oldukları yere mıhlanmış olacaklardı. Başta kimse ne olduğunu anlamayacaktı.

    Öğlene doğru Erhan mecburiyetten iki lokma bir şey yedi. Sonradan çıplak sesle okunduğuna emin olduğu ezanı işitti. Hemen balkona çıkıp etrafı gözetleyince çevredekilerin duruma aymaya başladıklarını anladı. Bakkalın önündeki bir grup insan hararetle tartışıyor gibiydi. Erhan kulak kesildi ve neşeli hayvanların cıvıltıları dışındaki elektriksiz dünyanın sessizliğinde onları rahatlıkla dinledi. 

    “Jeneratörler çalışmıyor mu?” diye sordu bir kadın.

    “Yok abla, hiçbir elektrik sağlayıcısı çalışmıyor,” dedi bakkal.

    “Allah Allah!” diye söylendi kadın. Çok geçmeden kalabalık büyüdü, insanlar telaşlanmaya başladı. Bununla birlikte polisler mahalleye geldi ve gürültüyü bastırıp duyuru yaptılar: “Herkes sakin olsun lütfen. Elektrikler en kısa sürede gelecektir. Kargaşa yaratmayalım, sosyal mesafeye uyalım.”

    Erhan polislerin de umarsız olduğunu duyumsadı. Kendisi kadar bile bir şey bilmediklerine emindi zira elektriklerin kısa bir süre içerisinde gelmeyeceğini biliyordu. Hem planda böyle bir şey olamazdı. Amaçları kısa süreli bir kargaşa meydana getirmek değildi, olabildiğince çok insanı yer yüzünden silmekti. Aksi takdirde bu kesintinin de bir anlamı olamazdı. Dünya nüfusu her geçen gün artıyor ve her gün daha da kötüye giden dünyamız bu kadar insanı kaldıramaz oluyordu. Yine de onların yaptığına doğru diyebilmek pek olası değildi. İnsanları böyle oyunlara alet etmek ne kadar ahlaki olabilirdi ki? Ancak bakıldığında onların ne ahlakla ne de dinle işleri vardı. Bize filmlerle, dizilerle verdikleri şifreler doğrultusunda uyananları kabul edecekler; kendilerini gerçeklere ve uyanışa kapatanları ise dünyadan sileceklerdi. Peki ya sonra?

    Mahalledekiler olayın önemini kavrayamamıştı. Bu nedenle Koronavirüs nedeniyle yapılan sokağa çıkma yasağından önce yaşanan kargaşalar bu kez yaşanmadı. Oysaki şarjlı araçların çalışmıyor olması çoğu insanı kuşkulandırsa da yine de büyük resmi göremeyen bu kişiler şimdiki aşamanın farkında değildi.

    Akşamüzeri Erhan’ın annesi Aylin ve babası Gökhan eve geldiler. Erhan ikisinin de işe gidebilmiş olduğundan ya da gelebileceklerinden kuşkuluydu. Onları görünce içine erinç doldu.

    “Hoş geldiniz!” dedi Erhan kaygılı gözlerle. “Ne oldu? İşe nasıl gidip geldiniz?”

    “Biz işyerine gittikten sonra elektrikler kesildi,” dedi babası Gökhan. “Gelirken bisikletlerle geldik. Araba çalışmıyor; otobüsler, dolmuşlar yok. Telefonlar, saatler bozuk.”

    “Biliyorum,” dedi Erhan sessizce.

    “Ne yapacağız Gökhan? Kaç gün daha sürer bu böyle?” diye sordu Aylin.

    “Haftalarca, belki aylarca,” dedi Erhan fısıltıyla ama ikisi de onu duymuştu.

    “Ne demek bu oğlum?” diye sordu babası ve Erhan da bildiklerini, yaptıklarını ve olacak olanları anlattı.

    “...Ben bunları aldım. Aklıma geldiği kadarıyla işte,” deyip poşetleri gösterdi Erhan.

    “Eyvah!” deyip dizine vuran Aylin birden tasalandı. “Buzluktakiler, dolaptakiler bozulacak.”

    “Turşular, salçalar, erişteler duruyor değil mi?” diye sordu Gökhan karısına.

    “Duruyor onlar,” dedi Aylin.

    “Tamam öyleyse. Oğlum biz seninle birkaç bir şey daha alalım,” dedi Erhan’ın babası. Sonrasında markete gidip geldiler. Daha fazla konserve, bidonlarca su ve birkaç paket daha mum, kibrit gibi şeyler alan Erhanlar eve geldiklerinde üst kattaki komşu gelmiş, annesiyle mutfakta telaşlı telaşlı konuşuyorlardı. 

    “Kız ne bileyim Erhan dedi bize de işte, heh, geldi onlar da,” diyen annesi poşetleri mutfağa yerleştirdi. “Kahve aldınız mı oğlum?”

    “Aldık aldık,” dedi oğlan. Annesi kahve paketlerinden birini açıp üç fincan kahve yapmaya koyuldu tüpün üzerinde.

    “Hoş geldin Nuriye,” dedi Gökhan mutfaktan su almaya gelince.

    “Hoş buldum Gökhan Abi de Aylin’in dedikleri doğru mu?” diye sordu kadın.

    “Valla öyle görünüyor Nuriye,” dedi Gökhan kederle.

    Sonraki günler işe bisikletle giden Gökhan ve Aylin’in çalıştıkları yer kapandı ve onlar da süresiz izne ayrılmış oldu. Neyse ki nakit paraları bulunduğundan çok sıkıntı yoktu ancak evde sessizce, bir odaya tıkılıp oturmaları da bir yerden sonra tekdüzeleşmişti. Ev artık ısınmadığından yorganlara sarılıp salonda oturuyorlardı. Erhan yarım bıraktığı romanlarını okurken annesi patates soyuyor, babasıysa yıllardır yüzüne bakmadığı gazeteleri kurcalıyordu. Arada sırada da komşuları gelip gidiyor, kahve içiyorlardı ancak bunun dışında pek de bir şey yapamıyorlardı.

    Bir hafta sonra marketteki ürünler tükenivermişti. Fabrikalar durduğundan üretim olmuyor, olsa bile ulaşım olmadığından teslim yapılamıyordu. Nitekim şimdi marketin önü insanlarla dolarken bağrış, çığrış eksik olmuyordu. Erhanlar ise yalnızca uzaktan olayı izlemekle yetiniyorlardı. Artık kimse kimseyi önemsemiyordu. Herkes yalnızca yaşamaya bakıyordu. İnternet denilen sanal dünya yok olmuş; eğitim, iletişim hiç var olmamış gibi yokluğuna alışılmaya başlanmıştı. Erhan’ı da en çok bu korkutuyordu: Bir daha dünyanın hep böyle süreceği olasılığı.

    Haftalar geçerken elektriğin geleceğine ilişkin umutlar da sönükleşmiş, üstelik yitirilmişti. Artık kimse elektrik, telefon, televizyon derdinde değildi; herkes canlı kalmaya bakıyordu. Nasıl geçinebilirdik derdindeydi herkes. Bu arada iletişim ve medya olmadığından devletin aldığı kararlardan ya da olanlardan herkes habersizdi. Artık yönetim diye bir şey kalmamıştı. Planlarını işleyenler izole kamplarında dünyanın halini seyre dalarken insanlar ya da daha doğrusu uyananlar bu aşamayı geçmeye çabalıyordu. 

    Erhan ve ailesi yiyeceklerini oldukça kısıtlı tüketiyor, suyu olur olmadık yere harcamamayı öğreniyorlardı zira elektriğin ardından sular da kesilmişti. Erhan bunun olabileceğini bildiğinden her boşalan kabı suyla doldurmuşlardı. Bu duruma karşı hazırlıklı olmak onları yaşam savaşında gerçekten öne taşıyordu.

    Yaklaşık bir ay kadar sonra koronavirüsle birlikte varlığını sürdüren elektrik kesintisi onlarca ölüme neden olmuştu. Tedavi görenler çoktan ölmüş, hastalığı kapanlar ciddi düzeyde olduğunda kurtulamamış, ilaçlar tükenirken herkes evinden çıkmamaya çaba göstermeye başlamıştı. Sokaklar bomboştu ve sessizdi. Artık kış gelmişti. Erhanların duyduğuna göre çevredeki çoğu kişi evlerinde ya soğuktan ya açlıktan ya da koronavirüsten ölüvermişti. Bunlarla mücadele ederken bu gibi haberleri duymak herkesi daha da korkutmaya yarıyordu. Eskiden olsa insanlar üzülür, yas tutardı ancak artık kimsenin kimseyi umursadığı yoktu. Zaten komşular da gelir gitmez olmuş, her şey menfaate dönüşmüştü. Herkes yalnız savaşıyordu yani. Artık ülkeler, yönetimler, devletler, uluslar, Müslümanlar, ateistler diye bir şey kalmamıştı. Herkes kendi kabuğuna çekilip yaşamaya çalışıyordu. Ona buna dil uzatmadan, kimseye karışmadan yalnızca kendi yaşamlarına bakıyorlardı. Aslında bu elektrik kesintisi bizi Yeni Dünya Düzeni’ne hazırlamayı da amaçlıyordu. Artık kimse hoşgörüsüz, birilerini yargılayan insanları; okumaktan, öğrenmekten ve bilmekten aciz insanları; yeryüzünün bize sunduğu olanakları hunharca harcayan, savurganlık edenleri barındırmak istemiyordu. 

    Erhan ve ailesinin yiyecekleri, içecekleri artık bitmeye yaklaşmıştı. Dışarılar karla kaplıydı, yollar eskiden olduğu gibi açılmamıştı ve kar düzeyi epey yükselmişti. Bu günlerde Erhanlar bir aydır olduğu gibi tekdüze yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Kimsenin dünyanın düzeleceğine ilişkin umutları kalmamıştı. Herkes yemekleri bittiği vakit öylece evlerinde ölümü bekliyor olacaktı. Ancak o akşam hiç beklenmedik bir şey oldu.

    Demir odasına doğru gidiyordu. Üzerinde kalın bir yorganla yürürken odasına girdiğinde buzhaneye girmiş gibi hissetti. Kitaplığından yeni bir kitabı alacaktı ki donup kaldı. Düş gördüğünü sandı, soğuktan ya da sıkıntıdan saçmaladığını düşündü ama durum öyle değildi. Olanlar gerçekti. Telefonun ışığı yanmıştı. Kocaman Samsung logosu belirince üzerindeki yorganı düşürdü ve telefonu eline alıp ağlamaya başladı.

    “Anne! Baba! Koşun! Koşun ne göstereceğim size!” Mutluluktan ağlayan Erhan hemen internete bağlanırken evdeki ışıkların, televizyonların ve bilgisayarın da açıldığını fark etti. Az sonra ailesinden önce başka bir ses işitti. Açılan iki televizyon da aynı anda aynı haberi veriyor olmalıydı.

    “Sağ kalanlar Yeni Dünya Düzeni için hazır olanlardır. Dünyanın uyanışını tamamlamış olanlar artık tek dünya devletinin bir yurttaşıdır! Hepimize hayırlı olsun!”


-Ozan Mergen-





    


Yorumlar

Popüler Yayınlar