SIRADAN BİR DURUM

     Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında ölmüş halde buldu. Öleli epey olmuş olmalıydı, vücudu soğuktu çünkü. Hareket etmeye çalıştığında, çoktan emrinden çıkmış uzuvlarının ona pek yardımcı olmadığını gördü. Çalan alarmsa uyku mahmurluğunu bir anda aldı üzerinden: Saat çoktan 08.00 olmuştu!

      8.40’ta başlayacak finale nasıl yetişebileceğini düşündü. Beş dakika dahi geç kalamazdı, geç kalanlar sınava alınmıyordu. Dün akşam yatarken, sabah erkenden kalkıp son konuları gözden geçirmeyi planlamıştı. Gel gör ki, önceki alarmları duymamıştı bile. “Erkenden kalkıp konuları tekrar etmek” zaten pek gerçekçi bir plan sayılmazdı, ama hiç değilse sınava zamanında varmalıydı. Bunun içinse derhal yataktan çıkıp 08.15 ringine yetişmesi gerekiyordu.

     Bir kere daha doğrulmayı denedi, ancak ölünce bu pek kolay olmuyordu maalesef. Oda arkadaşlarından ikisi ile birlikte girecekti sınava. Yardım için onlara seslenmeye karar verdi, fakat ağzından yalnızca boğuk bir inilti çıktı. Sonrasında da anlamlı herhangi bir şey söylemeyi başaramadı, ses telleri asla ona itaat etmiyordu. Neyse ki bir arkadaşı, Gregor’un
kendisine seslenmeye çalıştığını anladı ve cevap verdi:

    “Buradayım Gregor!”. Ses ranzanın üstünden değil (arkadaşı normalde orada yatardı), yerden geliyordu. “Uyandığımda ölüydüm. Epeydir yataktan çıkmaya çalışıyorum, sonunda kendimi yere atabildim. Yanından düşerken bağırmayı denedim ama seni uyandıramadım… Kusura bakma.” Gregor, bir süre daha boğulur gibi sesler çıkardıktan sonra konuşmayı başardı: “Sıkıntı değil, sınavı ne yapacağız?”

    Sınava girecek olan diğer arkadaşının derinden gelen (ve buz gibi) sesi duyuldu bu sefer: “Rektör mail atmış, okuyayım:

-Sevgili öğrenciler,

Umarım iyisinizdir. Ölmüş olmanız bizi derinden üzüyor. Bu konu hakkında büyük bir hassasiyetle çalışmaktayız. Akademik takvimde yer alan final dönemi değişmeyecektir. Sizlerden sınavlarınıza aynı dirayetle girmenizi bekliyoruz.

Bilgilerinize,

Rektörlük”.

     Bunun üzerine yerdeki ceset “Off, nasıl yetişeceğiz? Saat 08.10 şu an, ringe koşmamız lazım!” dedi. Gregor da tam olarak bunu düşünüyordu, bu halde nasıl koşacaklardı? Dersin vizesinden zaten çok düşük bir not almıştı. Finale girip durumu toparlayamazsa, okul uzayacaktı. Bu düşünce onu iyice telaşlandırdı. Rapor alıp alamayacağını düşündü, fakat şu durumda bunun için geçerli bir sebebi yoktu. Hasta olmadığı çok açıktı. “Uyuyakalmışım” diyerek de bir telafi sınavı isteyemezdi… Beş dakika içinde ringe binmek ve sonra da sınava girmek zorundaydı. Tam da ölecek zamanı bulmuştu!

     Cadılar Bayramı’ndaydılar ve bu zamanda “zombi” konseptinin epey popüler olduğunu biliyordu. Fakat ODTÜ’de Cadılar Bayramı dışında da pek çok yaşayan ölüye rastladığı olurdu; bu odada kalan (fakat şu an yanlarında bulunmayan) dördüncü öğrenci de bunlardan biriydi. Aynı odada kaldığı sürede hep ölüydü bu çocuk. Sürünerek hareket etmeyi de çoktan öğrenmiş olmalıydı, bu şekilde bir yerlere gittiği olurdu sık sık. Ne var ki, daha önce bir kere hesap makinesi istemek dışında onunla herhangi bir iletişime geçmemişti Gregor. Keşke daha önce ona, ölüyken nasıl hareket edildiğini sormuş olsaydı... 

     Bu sırada, arkadaşlarından biri saatin 08:13 olduğunu bildirdi. Gregor, yetişmek için hiçbir şansının kalmadığını yavaş yavaş kavradı. İnadı bir şeyi çözmeyecekti. Ölü halde yatarken, ailesine durumu nasıl açıklayacağını düşündü. Okulu uzatıyor olması çok büyük bir sorumsuzluktu ve bundan dolay derin bir utanç duyuyordu. Akademik başarısızlığı, altından kalkamadığı sorumlulukları ve gelecek kaygısı git gide gözünde büyüyordu. 
    
      Bu bunaltıcı düşüncelere dalmışken, (muhtemelen) yan odalarda çürümeye başlamış cesetlerden gelen koku dikkatini dağıttı biraz. “Bu kokuya da bir çare bulmak lazım" diye geçirdi içinden...

                                                                                                                              -Zeze-





Yorumlar

Popüler Yayınlar