ODTÜ’DE MOR ELBİSELİ BİR İSKELET

   ODTÜ’yü çok merak ediyordum. Kazandığım bu okul salgın hastalık nedeniyle kapalıydı ve benim aylardır hayalini kurduğum üniversite ortamı, kampüs gibi şeyler gerçekleşmemişti. Bir gün evde boş boş otururken aklıma okulumun kampüsüne gidip ormanını gezmek, bölümümü ziyaret etmek geldi. Daha önce planlamadığım  bu gezi  aklıma esivermişti ve garip bir şekilde içimden bir ses kesinlikle gitmemi, bunun beni çok mutlu edeceğini, bir başka ses de gitmememi, bu gezinin günümü berbat hale getireceğini söylüyordu. En sonunda ilk sese teslim oldum ve hazırlanıp yola koyuldum. Tarih 31 ekimi gösteriyordu. Bu tarih bir yerden tanıdık geliyordu ama o sırada tam hatırlayamamıştım. Saatime baktım, 16.30’du. Artık havalar erken kararmaya başlamıştı. Bu kadar geç evden çıktığım için biraz pişman oldum. Okula vardığımda saat yaklaşık 17.30’du ve hava neredeyse karamıştı.

   Okul hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordum. Devrimin nerede olduğu, bölüme, kütüphaneye nasıl gideceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Metrodan çıktıktan sonra girişe doğru yürüdüm, nereye nasıl gideceğim hakkında soru sormak için gözüm birilerini aradı ama etrafta hiç kimse yoktu. Ben de ‘Neyse artık, bir şekilde buluruz’ deyip yoluma devam ettim. Hava da iyiden iyiye kararmıştı. Etraf çok sessizdi. Karanlıkta gür ağaçların görüntüsünden biraz ürksem de yoluma devam ettim. Sanırım 10-15 dakika yürüdüm ama hiçbir yere ulaşamamıştım ve hala tek bir insan dahi görmemiştim. Telefonumun şarjı azalıyordu. Kara kara ne yapacağımı, nereye gideceğimi düşünürken ağaçların arasında parlak bir ışık gördüm. Bu içimde bir umut doğurmuştu. E bir ışık varsa tabii o ışığı yakan bir de insan olmalıydı. Işığa doğru yavaş yavaş yürümeye başladım. Ben yürüdükçe ışık da benden uzaklaşıyordu. Sanki onu tutan kişi beni bir yere götürmek istiyordu. Yürüdüm, yürüdüm. Sonra birden ışık söndü. Her yer tekrar kapkaranlık oldu. Bir şeyler görebilmek için telefonumun ışığını açmak istedim ama şarjı tamamen bitmişti. Karanlıkta yapayalnız kalmıştım. Korkuyordum. Işık tutan kişi ordadır belki diye birkaç kere ‘Merhaba!’ diye bağırdım ama hiçbir ses bana cevap vermedi. Ben de umutsuzca yere çöktüm ve birinin beni bulmasını bekledim. Yaklaşık yarım saat  bu şekilde oturduktan sonra arkadan bir kadın sesi geldi usulca: ‘Gel.’ Baştan aşağı ürpermiştim. Tüylerim diken diken olmuştu. Korkudan sesimi çıkaramıyor, çığlık atamıyordum. Sese doğru döndüğümde mor bir elbise giymiş -sanırım kadın- bir iskeletin bana elini uzattığını gördüm. Gözlerime inanamıyor, ne yapacağımı bilemiyordum. Sağa sola kaçmaya çalıştım ama ağaçlar etrafımı sımsıkı sarmıştı ve ne zaman kaçmaya çalışsam üzerime yürüyorlardı. Uzun bir direnişin ardından en sonunda teslim oldum ve iskeletin elini tuttum. Tutmamla birlikte ayaklarımızın altındaki yer kayboldu ve hızla düşmeye başladık. Bir tünelin içindeydik sanki. En sonunda şükürler olsun ki artık düştüğümüzde kendimi Devrim Stadı’nda buldum. Afallamıştım, başım dönüyordu. Etrafıma baktığımda şok edici, inanılmaz şeylerle karşılaştım. Artık aklımı kaçırdığıma emindim. Çimlerde uzanan, üzerinde ODTÜ yazan tişörtler giyen iskeletler, balkabağı kafalı öğrenciler, stadın üzerinde süpürgeleriyle uçan cadılar, Dumbledore’a benzeyen hocalar, quidditch oynayan yaratıklar…Yani ya aklımı kaçırmıştım ya da uyanamadığım, hayatımın en ilginç rüyasındaydım. Bunun başka bir açıklaması olamazdı. Mor elbiseli iskelet ‘Sakin olun hocam’ diyerek gülümsedi ve bana kaymaklı bira uzattı. ‘Bugün Cadılar Bayramı. Her yıl Cadılar Bayramı’nda  hayatlarını kaybetmiş eski ODTÜ'lüler buluşup oyunlar oynarlar, müzik yaparlar, özlem giderirler. Her yıl 31 ekimde buluşup eski günleri anarız.’ Mor elbiseli iskelet bunları anlatırken duygulanmıştı sanırım, elmacık kemiklerinin ıslandığını gördüm. İlk defa ağlayan bir iskelet görüyordum. Sözlerine devam etti: ‘Her yıl böyle senin gibi bir öğrenciyi alır ve bu dünyayı gösteririm. Hepsi aynı senin gibi böyle şaşıp kalır bazıları da büsbütün kafayı yer. Ama sen alışmış gibisin hahaahah!’ 

     Artık şok olup inanamama sürecimi atlatıp bu olağanüstü tecrübenin tadını çıkarmaya başlamıştım. Eski ODTÜ'lülerin anılarını, hayat hikayelerini dinliyor ve onların rehberliğinde okulu geziyordum. Daha sonra mor elbiseli iskelet ilk karşılaştığımızdaki gibi bana elini uzatarak ‘Gitme zamanı hocam. Buradan kimseye bahsetmeyeceğine söz ver şimdi.’ dedi. Ben de ‘Söz.’ dedim ve elini tuttum. Yine aynı tünelden geçtik ve yine o ürkütücü ağaçlık alana geldik ama artık korkmuyordum. Mor elbiseli iskeletle vedalaştım ve içimde şaşkınlık, dehşet, mutluluk ve daha binbir türlü hisle evimin yoluna koyuldum.


-Selin Akbaş-








Yorumlar

Popüler Yayınlar