DEĞİLİM

 

Ben… ben deli değilim. Sorduğumda insanlar bana deliymişim gibi davranıyor. Hayır! Beni inandırmaya çalışıyorlar. Hepsi onun ortakçısı. Ama ben biliyorum. Onun var olduğunu biliyorum. O gece onu gördüğümü biliyorum.

Ben korkak biri değilim. Ben her zaman insanların korkusuz sıfatına tabi tuttuğu biriyim ama o gece… O gece yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Evet, hiçbir şey yoktu. Benim elimden ne gelebilirdi ki ona karşı? Ben basit bir insandım.

Neden mi yazıyorum? Çünkü yazmazsam onun varlığını unutabilirim. Onu unutursam beni de yakalamaya gelir. Savunmasız biri olmayacağım. Onun için bu defa hazırlıklıyım.

Her şey cadılar bayramında yaşandı. Denir ki o gün ölülerle yaşayanların dünyası arasındaki perdenin belirsizleştiği gündür, normalde bu tür şeylere asla inanmam. Ah, keşke inanmasaydım…

Sınav çıkışıydı. Burcu ile birlikte akşam beş buçuktan sekiz buçuğa kadar süren upuzun bir sınavdan çıkmıştık. İngilizce öğretmenliği binasından yukarı yürüyor bir yandan da soruları tartışıyorduk. Burcu her zaman sınıf birincisiydi ve ben de ikincisi olarak çok iyi anlaşıyorduk.

O gün Burcu çok şikâyet etmişti… sanırım. Sahi Burcu nasıl görünüyordu? Onu sisli bir perdenin arkasından görebiliyordum sadece. Hatırlamak… çok çok zordu. 

Yürüyorduk ve… 

Kalemi elimden bırakıp sayfayı yırttım ve bir top yapana kadar sıkıp odanın bir köşesine fırlattım. Siktir! Hatırlamalıydım!

Derin nefesler alıp odada bir sağa bir sola koşarcasına turladım. Neden gitmiştik? Nasıl gitmiştik?

Altımda titreyen zemine aldırmadan kendimi tekrar sandalyeme attım ve kalemi titreyen parmaklarımın arasına sabitledim. 

Sanırım… Yurda dönüyorduk.

Bir şekilde ormana girmiştik. Belki kestirme diye girmiştik ve elektriklerin o gece kesik olması nedeniyle karanlıkta kaybolmuştuk. Belki de oyun oynamıştık… Benim korku türü şeyleri ne kadar sevdiğimi bilirdi. Benimle dalga geçmek için çokça kandırır, şaka yapardı.

Arkamdaydı, bundan emindim. Ayaklarımızın altında çatırdayan otları ve ince ağaç dallarını duyabiliyordum. Sis bastırmıştı. Bir anda bizi kucaklayan yapay bir sis. Tüylerimi diken diken eden soğuklukla dans edercesine sokulmuşlardı çevremize.

“Burcu?” dedim titreyen sesimle ama bu ses, benim sesime hiç mi hiç benzemiyordu.

Bana yabancı bu sesin ağaçlara çarpıp minik yankılarla kaybolmasını dinledim. Ses yoktu. Derin bir nefes aldım. Yer sallanıyordu sanki. Ayaklarıma söz geçirmeyi başarıp ufak bir adımla arkamı döndüm.

Kimse… Kimse yoktu.

Kan beynime sıçramıştı. Soluklarım kesik kesik inletiyordu ormanı. Sis daha da yaklaşmış, bedenimi çekmek istercesine kollarını uzatmıştı.

Ben…

Ben koştum! Delicesine!

Nereye gittiğimi bilmeden. Yön duygumu çok uzun zaman önce kaybetmiştim. Nerede olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu ama tek bir yöne koşarsam mutlaka bir yola çıkacağımı biliyordum. O korku anında bilincim sadece bu bilgiyi çıkartabilmişti.

Hatırlıyorum… Onu gördüm!

Bembeyaz sisi bir perde gibi yararak görüş alanıma girer girmez donup kaldım. Uzaktaydı… Karaltı gibi bedeni insan olamayacak kadar uzun ve inceydi. Sanki kasları sadece kemiklerini birbirine ip misali bağlayacak kadar yaratılmıştı. Boynu bir insandan haylice uzundu. 

O saniye geçmek bilmedi. O saniyede seçtiğim detaylar beynime “Kaç! Saklan!” sinyali verir vermez bir anlık adrenalinle kendimi ağacın dibine atıp olabildiğince sokuldum. Kollarımı gövdeme sarmış ağaçla bir bütün olmak istercesine küçülmüştüm. 

Ve o çığlık… Bir insandan… bir hayvandan gelemeyecek kadar tiz ama aynı zamanda kalın bir çığlık, birinin göğüs kafesi patlarmışçasına kuvvetli.

Kesik kesik nefeslerimi sessizleştirmeye çalışarak başımı saklandığım gövdeden birazcık uzattım ve… hala oradaydı.

Koşma sesleri… Ve bir çığlık daha. Bu defa sesi tanıyordum.

Uzun boylu siluetin karşısında korkudan donakalmış bir başka siluet daha vardı şimdi: Burcu.

Vücudum hareket etmiyordu. Gözlerimi bile kırpamaz olmuştum. Yapabildiğim tek şey elimle ağzımı kapatmak ve gizlenmekti. Göz yaşlarım yanaklarımı ıslatıyor soğuk havada tenimi donduruyordu.

Burcu geri geri gidiyordu. Adım adım… Sanki uyuyan birini uyandırmak istemezmişçesine. Karşısındaki şey ise uzun bacaklarıyla her adımda daha da yaklaşıyordu. 

Geri geri giderken ayağı kaydı ve yere düştü. Kalbimin atışı kulaklarımda çalıyor sanki ormanı gürültüye boğuyordu. Bağırmak istedim. Onu kurtarmak… ama ne yapabilirdim ki? Ben sadece bir insandım. Basit, korkmuş bir insan.

Siluet aralarındaki boşluğu kapatıp karşısındaki minyon bedeni tek eliyle boğazından kavrayıp havaya kaldırdı. Burcu’nun yavaşça güçsüzleşen yardım çığlıklarını ve ismimi bağırmasını duyarken diğer elimi de ağzıma götürdüm. Hiç ses çıkarma, diyordu aklım bana. Ben de ona uydum. Hayatta kalmak için uydum. 

Hayır, kendimi haklı çıkarmaya çalıştım. O gelen kırılma sesini bir daha asla aklımdan atamayacağım. Parmaklarının arasında bir yaşama son vermek… Damarlarını hissetmek… Sıcaklığının yavaş yavaş yok olduğunu hissetmek… Omurgasının tek bir hareketle kırıldığını duymak… Sanki hemen yanı başımda olmuştu her şey. 

Gözlerimdeki yaşlarla görüntü belirsizleşmişti ama kırpıp bakışlarımı netleştiremiyordum. Donmuş bir heykel… Ufacık bir hareketle bile yakalanacak… Yakalanmamalıydım. 

Onun için bir mezar yapmalıydım. Bu şekilde korkuyla deforme olmuş suratı huzura kavuşamazdı. Bir mezar… yapmış mıydım?

Bu son kelimelerle kalemi elimden bıraktım nazikçe. Tırnaklarımın içindeki kırmızı toprak kalıntılarını deftere sürdüm. Onu hatırlayacaktım. Yaptıklarını hatırlayacaktım. Oradaydı. Burcu’yu öldürmüştü! 

Herkes bana deli diyor. Evime gelen polisler sorular sormak için kapımın önünde bekliyor. Onlara olanları yazacağımı söyledim. O siluetten beni korumalarını söyleyeceğim.

-Yezdan-


Yorumlar

Popüler Yayınlar