YOKLUĞUN MELODİSİ
Bir
şarkı çalıyor uzakta. Melodisi çok tanıdık. Bir şarkı çalıyor. Hafif bir
ritimle, usulca...
Küllerle
kaplanmış koca bir tarihin ortasında günlerdir avare gibi dolanan adamın
ansızın etrafına bakınmasına sebep oldu bu silik şarkı. Adamın üstü başı toz
olmuş; çürümüş, yanmış, yırtılmış yüzü farklı bir ifade almıştı.
Hareket
etmeye mecali yoktu. Günlerdir aç susuz oradan oraya daireler çizmişti, artık
tek bir lokma dahi aramaya gücü kalmamıştı. Gerçi arasa bile bulup bulabileceği
yalnızca yıkılmış binalar, tanımadığı ölü bedenler ve bedenlerinden ayrılıp
rüzgara karışan ruhlar gibi her esintide uçuşan sahipsiz hatıralardı.
Hayatta
kalmış olmakla şanslı mıydı, bilemiyordu. Geçirdiği her dakika, ızdıraptan
farksızdı. Ara sıra yanından geçtiği tanınmayacak hale gelmiş ölü bedenlere
bakıp onlara imreniyordu. Ne büyük çaresizlik!
Kaybolmuştu.
İlk zamanlar birilerinin yardımına geleceğine emindi. Fakat geçen acı günlerin
ardından gerçeğin gözleri yakan kuruluğuna şahit oldu. Savaş, yıkım, hastalık
ve en sonunda da mutlak ölüm...
Eliyle
yerden güç almayı denedi. Muhtemelen eskiden kullanılmış bir kapının yerdeki
kırık parçalarına aldırmadan gücünü kollarına verdi ve binbir güçlükle ayağa
kalktı. Açlığın yanında tabanları moloz parçaları, cam kırıklarıyla bir sürü
yerinden yarılmış ayakları da yürümesine engel oluyor gibiydi.
Adam
yalpalaya yalpalaya güçlükle yürüyor, o yürüdükçe şarkının cezbedici sesi de
gittikçe yaklaşıyordu.
Ah
o melodi! Sanki ebediyetten beri içinde bir yerlerde devamlı çalan, fırsatını
bulunca olduğu yerden kanatlanan, uçsuz bucaksız göğün hiç görülmemiş hoş bir
şarkısıydı.
O
yürüyordu, şarkı yaklaşıyordu. Yaklaşırken de adamın içinde yaz akşamlarını
andıran tatlı bir ürperti yaratıyordu.
O
bir vahşetin zamanla silinip bir daha hatırlanmayacak kara sahnesindeki tek
meşaleydi. Kimse onun orada olduğunun farkında bile değildi ve biliyordu ki
gelecekte de kimse olmayacaktı. Biraz sonra rolünün bitirecek ve kendinden
kalan küllerin arasında yitip gidecekti.
Şarkı
adeta sarhoş ediciydi. Baş döndürücü cazibesine yürümekten kendini alamıyordu
adam. Uzuvları gevşemiş, ruhu hafiflemişti. Kimse onu görmese bile o an oradaki
her şey ona özeldi adeta.
Adam
sahnesinde son selamını vermeye hazırlanırken kulakları çınladı. Sonrasında
harabeye dönmüş meydandaki her şey o eski cansız, soluk haline geri döndü
yavaşça. Şarkı da silindi olmayan kulaklardan rüzgarın iç donduruculuğunda. Ve
işte bu şarkı...
...Ölümün
ta kendisiydi.
Yorumlar
Yorum Gönder