BİR BAŞKA PENCEREDEN ŞEKER PORTAKALI
Şeker Portakalı’nda en çok hoşuma giden kısım şuydu ki, Zeze içinde küçük bir kuş olduğunu söylerdi. O kuşun sabah akşam şarkı söylediğinden ve hiç susmadığından bahsederdi. Öyle hoşuma giderdi ki çocukluğun o neşesini bu şekilde tanımlaması, buna ben de tüm kalbimle inanmaya başlamıştım. Benim de içimde küçük bir kuş vardı. Sizin de dostlarım, inanın bana, içinizde küçük birer kuş vardı. Hatırlar mısınız söylediği şarkıları? Size eşlik ettiği yolları? Bana soracak olursanız ben çok net hatırlıyorum. Hatta geçmişime dair en net anımın o küçük kuşa ait olduğuna yemin edebilirim. Lakin bir şeyi tam anımsayamıyorum. Ne zamandı onu en son duyduğum vakit? Kaç yaşındaydım? Nerede, ne yapardım? Kiminleydim? Tanrım ne vakitti o cıvıltıyı kaybettiğim? Bu sorular uzun bir süre meşgul etti beni. Pür-hayal geçirdim çocukluğumu onun nereye gittiğini anlamaya çalışırken. Daha sonra, onu aramaya karar verdim. Gerekirse şehir şehir gezecektim, gerekirse kendimden aldığım her şeyi onun yoluna serecektim. Kesin ve kararlı duruşum bana arayışımın kapılarını açtı. İlkin onu kendimde aradım. O aralar inandığım ilkeler bana, “Sana kendinden başka kimsenin bir zararı dokunmaz.” diyordu. Öyle hak veriyordum ki ona! Benden başka kimse kaçırmış olamaz onu diyordum. Daha da ileriye gidip kaçmadığını iddia ediyordum. Kendi ellerimle boğdum onu, katili benim diyordum. İnsan beyni bu kadar soyut bir cinayetin ortasında ne yapacağını şaşırıp oyunlar oynamaya başlıyor zannımca, küçük ilginç rüyalarla ziyaret etmekteydi zihnim beni ama her seferinde gördüğüm tek bir görüntü vardı ki aklıma geldikçe hala ürperirim, kendimi suçlamayı artık bırakmış olsam da. Ellerimde dünyanın en güzel kuşunun tüyleri ve kanı. Göz yaşlarımdan dolayı olması gerekenden daha açık renkte olduğunu her seferinde fark ettiğim o kan. Bembeyaz olduğuna inandığım tüylerine bir günahmışçasına yapışmışlardı sanki. Her temizlemeye çalıştığımda o kırmızı lekeyi, daha da daha da çoğalırlardı. Her hayata döndürmeye çalıştığımda onu, daha da daha da fazla. Onu elime yüzüme bulaştırırdım ama hayatla buluşturamazdım bir türlü. Arayışımın ikinci aşamasında etrafımdakileri suçladım. Evet, evet onlardı katili benim küçük kuşumun. Zihnimi o çirkin sesleriyle o kadar çok kirletmişlerdi ki, küçük kuşum kendine artık bir yer kalmadığını düşünmüştü orada. Zira büyüklerin o büyük (!) sorunları beynimi işgal edip beni de büyümeye zorlarken çaresiz kuşum onları engelleyememişti o küçük kanatlarıyla. Bu düşüncelerle boğuştuğum zamanlarda keşke diyordum, keşke ona söyleseydim. Ben büyümek istemiyorum ki diyebilseydim. Büyümeyeceğim işte, gitme kal birlikte söyleyeceğiz o şarkıları diyebilseydim. Oysa çok iyi hatırlıyorum şarkılarını duymayışımı bile ne geç fark ettiğimi. Haklıydı beni terk etmekte, büyümek silsilesi altında zihnim zehirleniyordu git gide. Size yemin ederim ki zihindeki kuşların soluduğu hava bizimkilerden farklıdır. Bize o kadar güzel şarkılar söyleyebilmelerinin sebebi de o özel hava bileşenlerine bağlıdır. Büyüklerin o çirkin nefesi zehirler onları. Şarkılar söyleyemez hale gelirler bir süre sonra ve şarkı söyleyemediği bir yerde durmanın hiçbir anlamı yoktur küçük bir kuş için. Daha sen bile fark edemeden çekip giderler, tıpkı kaybedip de eksikliğini hiç hissetmediğimiz o oyuncaklarımız gibi. Velhasılıkelam, bu arayışlarımın hiçbirine verdiğim cevapların doğruluğundan emin olamadım dostlarım. Ve son basamağa geldim artık. Bu basamağa geldiğinizde sizin de ağzınızda gerçeklerin acı tadı kalacak. Bahsettiğimiz kitap şu cümlelerle başlar: Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü. Ne zaman ki fark etmeye başladınız gerçekten neler olduğunu dünyada, ne zaman ki fark etmeye başladınız evinizdeki oyuncakların o kadar da renkli olmadığını, ne zaman ki biyolojik bağlılığın sizin için yaratılmış kafesler olduğunu gördünüz, işte o zaman susacak o küçük kuş. O vakit göreceksiniz ki sizin ve etrafınızdaki herkesin elinde birer damla kan! Ve canını kurtarmak için uçuyor küçük arkadaşınız. Haydi, el sallayın ona! Fark ettiniz mi müziğe bağlılığınızın asıl sebebini? Hepiniz bilmeden ya da bilerek onu özlüyorsunuz dostlarım. Bilmeden ya da bilerek boşluğunu dolduruyorsunuz yapma nota birikintileriyle.
Yorumlar
Yorum Gönder