CİDDİYETE SÖVGÜ


Aşağıdaki yazıma geçmeden önce okuyanların bilmesi gereken birkaç şeyden bahsetmem gerekiyor. Bu yazı Desiderius Erasmus’un 1511 yılında kaleme aldığı “Deliliğe Övgü” kitabından esinlenerek yazılmıştır. Deliliğe Övgü kitabında Erasmus, Aptallık Tanrısını (Bir diğer deyişle deliliği) bir topluluk önünde konuşturur. Bu konuşmanın ana fikri deliliğin gerçek bilgelik olmasıdır. Benim yazımda ise Ciddiyetsizlik Tanrıçası bir topluluk önünde fikirlerini ifade etme imkanı bulmuştur. Ayrıca benim konuşturduğum varlık Ciddiyetsizlik Tanrıçası olduğu için yazımda ciddiyet hakkında uç fikirlere rastlamanız çok olağandır. Ciddiyetsizlik Tanrıçası’nı çok da ciddiye almamanız tavsiyemdir.

CİDDİYETE SÖVGÜ

Evet sayın dinleyiciler. Ben Ciddiyetsizlik Tanrıçası. Bugün sizlere insan icadı olan ciddiyetin ne kadar da zararlı bir icat olduğunu anlatacağım. Daha yeni sevgili dostum Aptallık Tanrısı kendisini övdü. Ben başka bir yöntem izleyip Ciddiyete söveceğim. Tabi bunu yaparken birazcık ciddi olacağım. Bilirsiniz insanlar tek başına bırakıldıklarında ciddiyetten sıyrılsalar da bir araya geldiklerinde ciddi olmayanları kaale almaz. Bunun için size yapacağım konuşmaya birazcık ciddiyet bulaşacak. Vereceğim rahatsızlık için herkesten ikişer defa özür diliyorum. Fakat beni çok da suçlamayın. Bunca yıllık Tanrılarız burada. Biliriz ki bir insan devrim yapmak istiyorsa önce var olan sistem aracılığıyla en tepeye gelmelidir.

Ah bu ciddiyetin herkesten götürdükleri… Ciddiyetin insanlara ve insanlığa olan zararları saymakla bitmez. Başlıyorum o halde ciddi kalmaya çalışarak ciddiyeti yerin dibine sokmaya. Utanmalısınız ey ciddiler. En çok siz utanmalısınız. -Fazla ciddi bir itham oldu bu. Birinci özür hakkımı burada kullanmak istiyorum.-

 Siz değil misiniz hayatını ince hesaplarla geçirenler? Peki nedir ince hesaplar? Ciddiyetinizin sert ve çok bilmiş yönüyle gizlemeye çalıştığınız aptallığınızı da düşünerek açıklayayım bu söylediklerimi. Aptallığı bir hakaret olarak kullandığımı düşünebilirsiniz. Fakat amacım asla bu değildir. Hele hele Aptallık Tanrısı da buradayken asla yap(a)mam böyle bir şey. Biliyorsunuz daha yeni bize uzuunca anlattı deliliğin gerçek bilgelik olduğunu. O kadar uzundu ki anlattıkları benim konuşmamın başlaması neredeyse altı yüz yıl sonraya denk geldi. Her neyse biz devam edelim konumuza. İnce hesaplar! Dışarıdan bakıldığında ciddiyeti ve bilgeliği en mükemmel biçimde harmanladığı düşünülen bir insanı ele alalım. Bu adam değil miydi sabah ayakkabısını bağlarken attığı düğümlerden birinin fazla uzun olup da suya bulanarak ayakkabısını ve özenle ütülenmiş pantolonunu kirletmemesi için özel uğraş gösteren? Islak havlusunu dolabına koymadan önce kokmaması için kurutan kimdi dersiniz peki? Böylesine ince hesapları gerçekleştirirken de ciddiyet rolüne bürünmüyordu herhalde. Dışarıya oluşturduğu sert ve ciddi görünümünü böylesine ince hesaplara borçlu olduğunu herkes bilir. Fakat bütün bunları bilen birisi ortamın ciddiyetini bozup da yüzüne vuracak değildir ya ciddiyetinin altında yatan saf ciddiyetsizliği. Kabullenmiştir çünkü herkes bu aptalca durumu. Bu adam, ciddiyetinin üstünde olduğu zamanlardan birinde ince hesaplarla uğraşan birini sakın ha görmesin. Görürse vurur masaya çünkü iki yüzlülüğünü, utanmazlığını. Başlar tepeden bakmaya, yapılan işin ciddiyetsizliğini küçümsemeye. Peki neden kimse çıkıp da gülemez doyasıya bu adamın karşısında. Neden kimse adamın bağcıklarını söküp de adamı zavallı bir duruma sokmak zahmetine girmez. “Bütün derdin bir adamın bağcıklarını rahatça sökebilmek hürriyeti miydi be adam?” seslerini duyar gibiyim. Ciddiyet rolünüzden sıyrıldığınız zamanlardan birinde Bilgelik Tanrısına metafor ne demekmiş diye sorun lütfen. Daha önemli işlerim var burada. Buna cevap veremeyeceğim. Ama ciddiyetten kesinlikle sıyrılmış olmalısınız, buna dikkat. Ah bu ciddiyet. Neden dört gün önce çılgınca eğlenen iki insan göz göze geldiğinde ciddi durmak zorundadır ki? Neden herhangi bir yerde attıkları kahkahalara tekrardan devam etmesinler?

Ah bu ciddiyet. Peki insanlar neden katlanırlar bu manasız duruma? O zaman ciddiyeti yaşamına oturtmuşlara bir sorum daha olacak. Siz değil misiniz kendinizi bile yoran bir ceza olan ciddiyeti yalnızca insanların düşünceleri uğruna pervasızca kullanan? Değilsiniz tabi ki. Düşünce umrunuzda mıdır sizin? Hele hele çıkarlarınız uğrunda kullanamadıklarınız. Saptık yine konudan. Bu düşünce bahsini benden sonraki konuşmacı olan Açık Görüşlülük Tanrısına bırakıyorum. Sanıyorum onun konuşacakları benden uzun olacaktır. Size dönelim tekrardan sayın ciddiler. Siz ciddiyeti yalnızca insanların davranışlarında kendinize saygın bir yer edinmek için kullanırsınız. Yalnızca bunun içindir dayatılan “normal yaşam figürü”nü benimsemeniz. Düşünün birazcık. Sizi en çok tanıyanlar, en rahat ve en mutlu vakitlerinizde yanınızda olanlar, sizin ciddiyetten en çok sıyrıldığınız anlarınızda yanınızda olanlar değil midir? İşte bu ciddiyetin soluk ışığı bulandırıyor yürekten gelenin doğal rengini. Eğer bu koca (!) dünyada ciddiyet olmazsa yaşamınızın ne kadar da rahat ve mutlu olabileceğini düşünün birazcık. Rol yapmamayı özlemez misiniz hiç? Düşünmezsiniz bile ciddi olurken. Doğal olan budur size göre. Kim oluşturdu acaba bu normal yaşam figürünü? Kimse oluşturmamıştır herhalde. Kendiliğinden oluşmuştur. Yani topluluğun ta kendisi oluşturmuştur bu figürü. Koca bir topluluktan çıkabilir zaten ancak böylesine aptal bir figür. Bakalım koca insanlık tarihine. Kişisel hayatlarını zekice geçiren birçok topluluk olmuştur bu güne kadar. Fakat bu topluluklar birleşip de ortak bir karar almayagörsün. Düşünülerek ulaşılamayacak ahmaklıklara imza atar bu topluluklar. Yetmiş yılı bulacağından emin olmadıkları yaşamlarını toprak için tehlikeye de atarlar, soyut kavramlar uğruna masum canları da alırlar. Dikkat edin sayın ciddiler. Çook dikkatli olun. Siz de sayın “ciddiyetsizliğe ciddiyetsizlik deyince kendini çok ciddi bulduğu için kendine isim bulamayan ciddiyetsiz topluluk”.

Şimdi gelelim ciddiyetin ta kendisine. Şu ana kadar Ciddiyet Tanrısı’nın kötü etkilerini konuştuk. Biraz da Ciddiyet Tanrısı hakkında konuşalım. Fakat öncesinde ufak bir yanlış anlaşılmayı düzeltelim isterseniz. İstemiyor musunuz? Sizi ciddiye alan kim ki zaten. Başlıyorum ben düzeltmeye. Ciddiyet dediğimiz şey etrafa her zaman sert bakıp kasvetli ortamlar oluşturmaktan ibaret değildir elbette. Kendisini insanlara komik, çılgın ve umursamaz göstermek isteyen birinin davranışlarını inceleyelim. -Bu davranışlarda da ciddiyeti en saf haliyle bulacağız.- Ciddiliği umursamadığını ispatlamak ister etrafındakilere. Tabi ki olabildiğince ahmak bir varlık olduğu için kimi zaman ciddiyet ile yararlılığı ayırt edemez. İnsanları güldürmek, ciddi olmayan bir çılgın olduğunu ispatlamak için kurduğu cümleleri ne büyük bir ciddiyetle hesaplamıştır içinde. Ne dersiniz ha? Ciddi olmadığını ispatlamak için ciddiyetin sınırlarını zorlamak, ne kadar iğrenç! Tiksindirici ve hesaplanmış rollere bürünür oracıkta. Ama onun ufak bir avantajı vardır ki o, ahmaklığını yüzünden silmek için bir çaba göstermek zorunda değildir. Onun işi birazcık daha kolaydır diğerlerine göre. Ancak o da vurur masaya iki yüzlülüğünü, utanmazlığını. İki yüzlülük ve utanmazlık iki güzel turnusol sanırım bu varlıklar için. Sonuç olarak Ciddiyetin ta kendisine geçmeden önce akıllardaki bilgi kirliliğini gideren önermemi özetleyelim. Ciddiyetin belirtisi sert bakışlar değildir. Ciddiyetin belirtisi insanları kandırma amacı gütmesiyle iğrençleşmiş rol kesme yetisidir. NE? Shakespeare de mi buradaydı? O anlamıştır benim ne dediğimi. Benim sorunum insanları rol yapmadığına inandırmak isteyip de rol yapanlarla. Tiyatro oyunundakiler böyle değildir. Onların büründüğü rolleri gerçekte yaşamadıklarını herkes bilir. Dedim ya zaten anlamıştır beni Shakespeare. Ama istemeden kırdıysam da özür dilerim kendisinden. Az önce onun bir lafını değiştirerek kullandığımda salonda kahkaha atan bir adam vardı. Oydu herhalde. Şimdi göremiyorum onu. Neyse o zaman arkadaki asık suratlının hünerlerini inceleyelim birazcık. Belki onun da edeceği birkaç laf olur. Ciddiyet Tanrısı’na bakın. En arkada oturmuş, fuları ve gözlüğüyle etrafı süzüyor alabildiğine ahmaklığıyla. Bütün bunları gizlediğini zannediyor yüzündeki solgun bakışla. Bir de Boşvermişlik Tanrıçasına bakın. Nasıl da rahat rahat geziniyor ortalarda. Çok severim onu. Yer yer uyuşmadığımız da olur ama severim kendisini. Bir de kardeşi vardır onun. Hatta çift yumurta ikizi olduklarını da söylerler. Kardeşi daha yakın dostumdur benim: Umursamazlık Tanrıçası. Beraber büyüdü onlar. Ciddiyet Tanrısı ve Kendini Beğenmişlik Tanrısı gibi değillerdir yani. Bilirsiniz ki Kendini Beğenmişlik Tanrısını abisi olan Ciddiyet Tanrısı büyütmüştür. Ciddiyeti kaynağından öğrendiğinden olsa gerek kendini hep en tepede bulmuştur sosyal statü olarak, gerisi de malum zaten. Ciddiyet Tanrısı hiç sevmez yakın dostum olan Umursamazlık Tanrıçasını. Ama tabi ki de birçok davranışında olduğu gibi bu davranışında da samimiyetsizdir. Aramızdaki en umursamaz ikinci varlıktır kendisi. Fakat kendisini her şeyi umursuyormuş gibi göstermeyi çok sever. Yalandan güler. Yalandan gülmeyeni çok ciddi olmakla bile suçlamıştır zamanında. Sonuç olarak görüyorsunuz ki sayın dinleyiciler ciddiyetin bulaştığı varlıklar kendisi için değil statüleri için yaşamaya başlarlar. Eğlenemezler, olsa olsa eğlenmiş gibi görünürler. Ahmakça göründüklerinin farkında olmayan birçok insanla birlikte ahmakça görünmediklerini düşünürler. Koca bir hiçlerdir aslında ama kimse çıkıp da yüzlerine bunu söylemez. Birisi çıkıp söylese de umursamazlar zaten. Neden umursasınlar ki zaten? Çoğunluk onlar gibi değil midir? Doğruluğun ne önemi var, aslolan kelle sayısıdır ne de olsa. Konuşmamın kaydını beraberce izlediklerinde suyun altında nefes alamadığı insanlar tarafından anlaşılmış balinalara benzerler. İfşa olmuşlardır ama çaktırmazlar. Bütün ciddiyetleriyle sözde çelişkilerimi bir defaya mahsus olarak koyarlar ortaya. Bu sırada muhtemelen Mantık Tanrısı kalp krizi geçiriyor olur. Şu anda da mı kalp krizi geçiriyor? Ne olmuş ki ya? “Siyasi parti mitingleri” diye sayıklıyormuş meğersem. Benim konuşma kaydımı ciddiyet ordusu dinlediğinde bu kadar yoğun bir şekilde olmasa da tekrardan kalp krizi geçirebilirsin. Özür dilerim senden Mantık Tanrısı. Çok özür dilerim. Bu kadardır diyeceklerim. Hepinizden bu ciddiyet bulaşmış konuşmam için tekrardan özür diliyorum.

Ciddiyetsizlik Tanrıçası mütevazı bir yürüyüşle sandalyesine doğru yol alır. Bir sonraki konuşmacı olan Açık Görüşlülük Tanrısı konuşma yapmak için kürsüye çıkar. Kürsüdeki konuşmasına başlamadan önce etrafı ağır ağır süzer. Çekingenliği her halinden belli olan genç bir çocuğun kürsüye doğru yürüdüğünü görür. Bu genç, kürsünün önüne gelir ve Açık Görüşlülük Tanrısına kendisinin de ufak bir konuşma yapmak istediğini söyler. Bu genç çocuk, iddiasına göre az önce yapılan konuşmaların tasarlayıcısıdır. Kulaklara fazlasıyla saçma gelen bu sözleri eden çocuğun kürsü önünde durmasına güvenlikler tarafından mani olunmak üzereyken Açık Görüşlülük Tanrısı kendisine yakışır bir eylemde bulunur ve elindeki tahta-mikrofonu bu gence uzatır. Yüzünün hızlıca kızarmasından, sağ ayağının hızlıca sallanmasından ve gencin uzun saçlarıyla ürkekçe oynamasından bu gencin çok heyecanlı olduğu anlaşılmaktadır. Fakat genç, kürsüye çıkıp cebinden çokça katlandığı belli olan bir kağıt çıkardıktan sonra Dünyanın en rahat adamıymışçasına konuşmaya başlar. Belki de haklıdır sözlerinde. Bütün bunları kendisi tasarlamıştır. Kurduğu cümlelerde anlaşılmanın getirdiği doğal endişenin en ufak bir belirtisi dahi yoktu çünkü. Hareketleriyle ele verdiği çekingenlik özelliği de düşünüldüğü zaman mantıklı gelmeye başlamıştı söyledikleri. Çünkü böylesine çekingen bir insan ancak kendisine bu kadar rahat hitap edebilirdi. Hayal dünyasında da olsa kendisini kısıtlamadan bir topluluğa hitap edebilme olanağı bulmuş gibiydi. Bu olanağı da yüz yüzeyken kurmayı beceremeyeceği cümlelerle harcamak istiyordu. Ya da düpedüz saçmalıyordu: İsmimin ne olduğunu sorgulayanlar, ben benim işte. Basit bir ben. Hem isim nedir ki? Ne eli ne ayağı ne de başka bir parçası erkeğin. Ne önemi var ki ismimin? Şu gülün adı olmasa da kokmaz mı aynı güzellikte? Yahut onun gözlerinin ismi olmasa da yakmaz mı yüreğimi? Fakat ismin görevini sorgulamaya çıkmadım buraya. Sevgi ve yaşam hakkında söyleyeceğim birkaç şey var. Onları söyleyip çekileceğim köşeme. Sevgi değil midir bizi bu yaşama bağlayan? Sevmesek hiçbir şeyi, bağlanmasak kimseciklere, kim dayanabilir ki bütün bunlara? Kim dayanabilir zamanın kırbacına, zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, sevgisinin kepaze edilmesine, kanunların bu kadar yavaş, yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine, kötülere kul olmasına iyi insanın? Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken. Kim ister bütün bunlara katlanmak? Kimse istemez böylesine ağır bir hayatın altında inleyip terlemeyi. Seven insan katlanır, severken sevilen insan ise bütün bunlara karşı koyma gücünü kendi içinde bulur. Ben de bütün bunlara katlanmaktan bıktım, karşı koymak istiyorum artık. Ama sevilmek istediğini sevdiğine söylemezsen sevilebilir misin? Söylemek istiyorum işte ben de. Bunun için çıktım buraya. Beklemek istemiyorum artık. “Beklemek cehennemdir.” -Lütfen buradan sonrasını dinlemeyiniz. Kapatınız kulaklarınızı. Şaka şaka. Siz olmasanız yaptığım konuşmanın marjinalliği kalır mıydı hiç? - Seni ilk gördüğümde çelişik duygular içinde kayboldum. Sanki tanışmıyormuşuz gibi ama biliyormuşuz gibi de birbirimizi. Hiç var olmamış bir yerde tanışmışız da ikimizin de bundan haberi yokmuş gibi. Hafızamda yokmuşsun da yüreğim tanıyormuş gibi seni. Yüreğimdeki ağırlığın nedeni de bu olsa gerek. Senin ağırlığın. Ne zor işmiş yumruk kadar yüreğin içinde koca bir insan taşımak. Bu beden kaldırmıyor be bu yükü. Damla damla eksilen ben daha fazla eksilmeden anlasan ya ben söylemeden seni sevdiğimi. Ne kadar da kolay oldu değil mi buradan sevdiğimi haykırmak? Keşke gözüne bakıp da söyleyebilseydim bütün bunları ve fazlasını. Ama beceremem ben, gözünün içine bakıp da konuşamam ki. Hem konuşsam, bildiğim en güzel sözleri sıralasam sana, senin gülüşün alt eder benim bütün sözlerimi. Herkese beni dinlediği için çok teşekkür ederim. Açık Görüşlülük Tanrısına konuşmama adına yaraşır bir şekilde izin verdiği için ayrıca teşekkür ederim. Shakespeare’e ise konuşmama yapmış olduğu katkılar için minnettarlığımı bildiririm. Shakespeare ayağa kalkar ve “Benim de ne ekmeğimi yediniz arkadaş. Ben kendi sözlerimi bu kadar kullanmadım ya!” der.

Yorumlar

Popüler Yayınlar