TUZ

Ufka dalmış ihtiyar, kulağına çalınan ıslıkla birlikte sağa döndü. Yıllardır görmediği dostunun yanı başında dikildiğini görünce de, "Ne işin var denin burda?" deyiverdi. Bir yandan hayal görüp görmediğini tartmaya çalışıyordu. Biliyordu ki günlerce ufka bakan insanlar, hayaller de görmeye başlarlar. Tek bir noktaya saatlerce dikilmekten sulanan gözlere öyle pek güvenmemek gerekir; hele ki bu gözler, çok eski bir dostu gördüğünü iddia ediyorsa. İhtiyatı elden bırakmamak akıllıcaydı, ama dostu da epey kanlı canlı duruyordu hani. Gerçek gibiydi, ama olmaması da sanki daha muhtemeldi. Bu ayrımı yapamayınca boş verdi ihtiyar, çok da fark etmezdi nasıl olsa. 

"Eh, seni burada bulacağımı biliyordum." dedi bu arada dostu. Sesi de kulağa epey gerçek geliyordu. Demek bu konuda kulakları, gözleriyle işbirliği içindeydi...  “Olanları duydum, uzun zamandır seni görürüm diye buralara uğruyorum aslında.” Adam bakışlarını yere dikti bu sefer. Zihninde düşünceler tepişedursundursun, ayağıyla kumları ittirdi bir süre. Şu an gerçekten karşısında durduğundan emin olmadığı dostu bile, olanları öğrenmişti demek... Bu, herkesin öğrenmiş olduğu anlamına geliyordu herhalde.

Bazı kelimeler, aklından kelime olarak çıkıp hemen geri dönmeye başladı. Birkaçı boğazına kadar ulaşabildi, fakat çoğu yine geri yollandı. Boğazından diline tek bir tanesi vardı, ama oradan çıkması epey zor oldu. En son bu tek kelimeyi havaya salabildi: "Yapamadım."

Bu sırada ağlamaya başadığından, yanına iyice yaklaştı dostu. Kanadını açıp adamı sardı, ağır ağır sırtını sıvazladı teselli niyetine. Yapabileceği başka bir şey de yoktu zaten. İhtiyarın yıllarca çabaladığını biliyordu, ama çaba ile başarı doğru orantılı değildi her zaman. Olmamıştı ve olmayacaktı da, sadece kanatla sıvazlayabilme ihtimali kalmıştı geriye. Diğer ihtimali ise ancak bir süre sonra teklif etti,
“Vazgeçmek her zaman o kadar da kötü olmuyor... Seni başka bir yere götürebilirim.”

Yaşlı adam bir süre daha ağlamaya devam etti. Hatasını telafi edemediğini düşünmek, tüm sinir sistemini son noktaya değin geriyordu: Yapamadın.

Nereye giderse gitsin aradığını bulamamıştı işte. Tüm kumsala son bir kez lanet etmedi, ama buna gücünün yetmeyeceğini de hissetti. Aksi gibi deniz de onunla alay ediyordu. Kötüler kazanıyor, bir de üzerine acizlerin karşısında kahkahalar atıyordu. Denizin hiç utanması yoktu.

Bu kumsala bir kere kızını getirmişti adamcağız, henüz çok gençti kendisi herhalde. Kızı kumsalı da, denizi de çok severdi. Güneş onları kavururken babası kızına denizden uzak durmasını tembihlemişti yine, fakat sonra herhalde bir süreliğine içi geçmişti. Uyandığında ise küçük kızı yoktu ortalarda. Anında fırlayıp kızını aramaya başlamıştı elbette adam. Önce ismini bağıra bağıra, sonra git gide sessizleşerek kim bilir kaç yıl aramıştı onu. İhtiyarlık ağır ağır üzerine çökerken, umut da onu aynı şekilde terk etmişti. Hala bu kumsala gelir, hala bu denizden kızını isterdi. 

Ama kızı geri dönmemişti işte. Deniz hep ona gülmüş, ona en çok da deniz gülmüştü. Delirmesini izlerken, o ağlarken ve yalvarırken; deniz sadece gülmüştü. Hala da gülüyordu. Acımasızlık suyunda vardı denizin.

Son kez bir şeyler demek istedirdi aslında ihtiyar. Herhangi bir şey, yeter ki öcünü alabilsin. Yeter ki denizi incitebilsin. Ama öyle bir şey gelmedi asla aklına. Deniz sonsuza dek gülecekti. Onun incidiğini hiç görmemişti. 

En sonunda bir inilti saldı havaya; pişman, kendini asla affetmemiş birinden çıkabilecek bir inilti. İniltilerden utanmamayı çoktan öğrenmişti. Vazgeçmekle, en büyük düşmana teslim olmakla ilgili değerlendirmeyi ise ancak şimdi yapabilecekti.

           Sonra pelikana döndü, "Gidelim." dedi. "Gidelim." diye tekrar etti onu pelikan da. 

Adam gözlerini yumdu, teslim etti kendini tek dostuna. Pelikan onu dalgalara sürüklerken tek hissettiği şey, tuzlu suyun yakıcılığıydı.


*Görsel: Eymir Gölü'nde bir akşam, zeze
-zeze

Yorumlar

Popüler Yayınlar